yüzüne hem gözüne bulaştırır, sürüyor.
Cisme hayat verdim diye vicdan, ruh öldürülmez. Eyvah ki öldürüldü!
Yahu hakperest, hakikatbîn ol! Hakikatbîn göz keskindir, hiç aldanmaz.
Hakperest bir kalb yüksektir; hiç aldatmaz.
Şeriattır mizanı, Kur’an’dır müstenedi.
Cazibe-i umumî gibi sırr-ı teavün bir düstur-u fıtrattır,
hattâ cemâda girmiş, kubbedeki taşlara başlarıyla dururdu.
Eğer nazar edersen; usta elinden çıksa bir taş,
başını eğer kardeşinin başına huzu ile sarılır, başı başa verirdi
tâ aşağı düşmesin. Ey taş yürekli arkadaş! Taştan daha taş oldun,
taşlar başına yağar, tavşan gibi kaçarsın, bin taş başına değdi.
Anglikan Kilisesine Cevap
Bir zaman bî-aman, İslâmın düşmanı siyasî bir dessas,
yüksekte kendini göstermek isteyen vesvas, elhannas bir papaz,
desise niyetiyle, hem inkâr suretinde, hem de
boğazımızı pençesiyle sıktığı bir zaman-ı elîmde
pek şematetkârane bir istifham ile dört şey sordu bizden.
Otuz bin kelime istedi. Şematetine karşı
yüzüne de tükürmek, desisesine karşı küsmekle sükût etmek,
inkârına karşı da tokmak gibi bir cevab-ı müskit vermek lâzımdı.
Onu muhatab etmem. Bir hakperest adama böyle cevabımız var.
O dedi birincide: “Muhammed dini nedir?”
Dedim: İşte Kur’an’dır. Erkân-ı sitte-i iman,
erkân-ı hamse-i İslâm, esas maksad-ı Kur’an.
Der ikincisinde: “Fikir ve hayata ne vermiş?”
Dedim: Fikre tevhid, hayata istikamet.