İkincisi; hidayet, basiret tarikidir. Hidayet hakka bakar, basiret hakikate.
Hak ve hakikat, öyle birer keskin bir âlettir ki tahte’l-bahir balonu,
neresine istersen, onlar ile delersin, mâ ve ziya alırsın.
Bu pencerede görürüm. Zaten pek çoktur pencereler.
Sen zulmette oturdun, görmezsin hiçbirini.
Bizim gibi küçücük hayvanlara kâfidir, mesamatta tereşşuh,
menafizde şuaat. Sen sözümü tutmadın, bölmelerde dolaştın.
Bir şey bulmadın. Ayaklar ezdi seni.
İşte âlemde olan sebepler, vasıtalar benzer
o bölmelerde müretteb ve muntazam perdelere.
Duvarlar, herbirinin altında. hem dahi pek yakını. Melekûtiyet vechinde
mâ-i kudret işliyor, ziya-yı ilim okşuyor; nesim-i rahmet
yelpezler yüzünü, hem gözünü, canını-cananını.
Evliyadan Âşıkîn ve Ârifîn Beynlerinde Mühim Bir Fark
Eğer hakiki âşık yolunda fenâ gitse,
ya tabirde hata etse, ya tavsifte yanılsa, yine maşuka gider.
Maşukdur onu çeker, yolunu da şaşırtmaz.
Zira aşk cazibedar bir cemale müncezib cenanî bir cezbedir.
Bazen netice haktır, hem de mütehakkıkdır.
Lâkin delil bâtıldır, vesile de hatadır, ona zarar veremez.
Eğer veliyy-i ârif yolunda fenâ gitse,
ya suret hata görse, ya sözde yanlış etse;
matlubuna yetişmez, maksuduna ulaşmaz.
Zira bir yol bozuksa, hiç maksada götürmez.
Eğer şartı olmazsa, meşrut hasıl olamaz.
O âşıka benzemez, mukayyeddir, hür olmaz.