Sonra nihayetsiz meratibde seyr-i sülûk başlıyor.
Bu sırdandır ki “ene”, hem de nefs-i emmare kibriyle kırılır, gururuyla sönüyor.
Hazır Hristiyanda1 ise “ene” bütün levazımıyla kuvvetleşir, gurur kırılmaz.
Enesi kuvvetli müşahhas bir adam, Hristiyandan olursa, mütesallib oluyor.
Fakat eğer Müslümandansa lâkayttır, lâubali. Bu sırdandır ki
Hristiyanın aksine, avamımız, havasdan ziyade dindardır, dine merbut kalıyor.
Mahbub-u Hakiki En Akreb, Hem En Eb’addır
Ey esbabperest arkadaş!
Rahmet ve ilim ve kudret denizinde daima müsebbihane yüzen
kâinatın timsalini görmek eğer istersen, benimle beraber gel!
Hayalî bir seyahat. İşte bahr-ı ummanın, fakat suyu tatlıdır,
en derin yerini kendine makarr etmiş yüzlerce menzillere hâvi olan
bir cisim tahtaları pek ince tahte’l-bahrin içine sen karınca cismini,
ben arı libasını giyeriz de gideriz.
İstersen gel de otur kanadımın üstüne, beraber de uçarız,
muhit-i havaînin denizinde yüzeriz. Onun orada var bir balonu.
Bu müthiş bir balondur. Binlerle bölmeleri var; müretteb, muntazamdır.
Biz de girdik içine. Ben kondum pencereye, sen istedin altını.
Ey karınca kardeşim! Tahte’l-bahirde isterdik suyun yüzünü görmek.
Burada istiyoruz ziya ile yıkanmak.
Ben bilirim yolunu. İkisinde ikişer yolumuz var.
Biri; basar, nazar yolu. Basar, surete bakar, bölmelerde dolaşır,
dama ulaşır, ya ulaşmaz; işte tarik-i fennî.