Birincisi: Ye’sin, ümidsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.
İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.
Üçüncüsü: Adavete muhabbet.
Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.
Beşincisi: Çeşit çeşit sari hastalıklar gibi intişar eden istibdad.
Altıncısı: Menfaat-ı şahsiyesine himmeti hasretmek.
Bu altı dehşetli hastalığın ilâcını da bir tıp fakültesi hükmünde, hayat-ı içtimaiyemizde, eczahane-i Kur’aniye’den ders aldığım “Altı Kelime” ile beyan ediyorum. Mualecenin esasları onları biliyorum.
BİRİNCİ KELİME: “El emel.” Yani rahmet-i ilahiyeye kuvvetli ümid beslemek. Evet, ben kendi hesabıma aldığım dersime binaen: Ey İslâm cemaati! Müjde veriyorum ki: Şimdi âlem-i İslâm’ın saadet-i dünyeviyesi, bahusus Osmanlıların saadeti ve bilhassa İslâm’ın terakkisi onların intibahıyla olan Arab’ın saadetinin fecr-i sadıkının emareleri inkişafa başlıyor. Ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye’sin burnunun rağmına olarak (Haşiye) ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-ı kat’iyemle derim:
İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak. Ve hâkim, hakaik-ı Kur’aniye ve imaniye olacak. Öyle ise şimdiki kader-i ilâhi ve kısmetimize razı olmalıyız ki, bize parlak bir istikbal, ecnebilere müşevveş bir mazi düşmüş. Bu davama çok bürhanlardan ders almışım. Şimdi o bürhanlardan mukaddematlı bir buçuk bürhanı zikredeceğim. O bürhanın mukaddematına başlıyoruz:
İşte, İslâmiyetin hakaikı hem manen, hem maddeten terakki etmeğe kabil ve mükemmel bir istidadı var.