hem gayet vakar ile nihayet-i hayâ; hem gayet şefkat ile nihayetü’l-buğz-u fillâh; hem gayet afüv ile nihayet izzet-i nefs; hem gayet tevekkül ile nihayet ictihad gibi mecâmi-i ahlâk-ı mütezahime, birden derece-i âliyede, bir zatta ictimaı, müzayakasız inkişafları mucizelerin mucizesidir.
Nebiyy-i Haşimî (a.s.m.)’ın sima-yı manevisinin cemal ve ulviyetine dair Kemal hoş demiştir:
Sen ol mahbub-u âlemsin ki, zülf-ü ebruvanındır,
Nitak-ı Kâbe-i Ulya, revak-i Mescidi’l-Aksa.
Sen ol nûr-u cemalullahsın kim hüsn-ü aşkındır,
Çerağ-i leyle-i esra, sirac-ı kurb-i ev-ednâ.
Aceb bir Kâbe-i ismetsin ey ruh-u beheştî kim,
Olur hâk-i harîmin secdegâh-ı Âdem ve Havva.
Acîp bir mushaf-i hikmetsin ey feyz-i ilâhi kim,
Eder her nakş-ı hüsnün şerh-raz-ı alleme’l-esma.
Kitab-ı hüsnün her safhası bir sure-i i’câz,
Hatt-ı ruhsârının her noktası bir ayet-i kübra.
Üçüncüsü: İnşikak-ı kamerdir. Ki, şu mucize-i kübra, kamer gibi, zulmet-i evhamı dağıtır. Zira hiçbir kuvve-i arziye semavata tesir edemez. Güya, kalb-i sema olan kamer, mübarek kalbiyle inşikakta bir münasebet peyda etmek için sine-i sâf ve berrakını, şehadet parmağının işaretiyle iştiyaken şakk u çâk etmiştir.