Şimdi o yedi menabiden yalnız birinci menbadan ikinci cüz’ü olan belâgat-ı nazm noktasında dühât-ı belâgat olan Abdülkahir el-Cürcanî, Zemahşerî, Sekkâkî, Câhiz üç tarik ile i’cazın vücuduna kat’iyen hükmetmişlerdir.
Birincisi: Kavm-i Arab bedevî, ümmî kendilerine münasib bir muhit-i acibde uzanmış iken, beşerdeki inkılâbat-ı azime onları uyandırmış.. divanları şiir, ilimleri belâgat, medar-ı mefaharetleri fesahat olmuş. Akvamın en zekisi, cevelân-ı zihne en muhtacı olduğu bir mevsim-i bahar zamanında Kur’an, haşmet-i belâgatıyla Kureyş maşrıkınden tulû etti. Cidar-ı Kâbe’de altun ile yazılmış olan temasil-i belâgatlarından Muallakat-ı Seb’a’yı sildi, söndürdü. İ’cazı iddia ve muarazaya davet ederek, o ümera-i belâgat ve hükkâm-ı fesahat, asabî, şedidü’ş-şekime kavmin şiddetle a’sâbına dokundurdu. Damar-ı asabiyetini tahrik ve izzet-i nefislerini levm ve tesfih ve terzil ile kırdı. En hassas hiss-i mezhebîlerini tadlile, galeyana getirdiği halde uzun bir zamanda tahaddi ile meydan okuyordu. O mağrur, mütekebbir, izzet-i nefisleri yaralanmış büleğa muaraza edemediler. Eğer iktidarları dahilinde olsa idi, bizzarure sükût etmez idiler. Demek, istediler; aczi hissettiler, sustular. Öyle ise onların aczi i’caz-ı Kur’an’ın delilidir.
İkinci Tarik: Kelâmın havassına ve mezâyâ ve letâifine aşina olan ehl-i tedkik ve tenkid, Kur’an’ı sure-be-sure, aşir-be-aşir, ayet-be-ayet, kelime-be-kelime cadde-i tedkikten geçirdikten sonra bil-ittifak şehadet veriyorlar ki, Kur’an öyle mezayâ, letâif, hakaika câmidir ki, kelâm-ı beşerde olamaz. Bu şahid, binlerce binlerdir. Bu şahidlerin sıdkına şahid şudur ki: Kur’an beşer âleminde öyle bir tahavvül-ü azim ve bir inkılâb-ı cesim ika; ve yetiştirdiği milyonlar evliya ve insan-ı kâmil olan semeratıyla hakikatinin pek kuvvetli olduğuna delâlet eden ve mürur-u zaman ile vicdana hâkimiyeti devam eden bir diyanet-i vasiayı tesis etmiştir ki, zaman ihtiyarlandıkça o gençleşir. Ve ulûmunun menbaı olan Kur’an tekerrür ettikçe tatlılaşır. Öyle ise اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحٰى