Hususan öyle akvam-ı bedevîde —ki, hiçbir kanun-u tabiiyeye tevfik olmadığından— harikulâde olduğu musaddak-kerde-i erbab-ı basirettir.
İslâmiyet’inden bir saat evvel Ömer, İslâmiyet’inden sonra Ömer ile muvazene edilse bir hurma çekirdeği, bir meyvedar hurma ağacı nisbeti nazara çarpar. Vahşi bir bedevi sahradan gelir, kelime-i şehadetten sonra muhabbet-i Nebevî’nin iksiriyle birden bire başkalaşır, kendi kendine benzemez, başka kavme gider, muallim-i hikmet olurdu.
Beşincisi: Noktayı dinle! İşte tarih-i âlem şehadet eder ki, dâhi odur; umumda bir veya iki hissin ve seciyenin ve istidadın inkişafına ve ikazına ve feverana getirmesine muvaffak olsun. Zira öyle bir hiss-i nâim ikaz edilmez ise sa’yi hebâen gider ve muvakkat olur. İşte en büyük dâhi, ancak âmmede bir veya iki hiss-i umumînin ikazına muvaffak olabilmiştir. Ezcümle, hiss-i hürriyet ve seciye-i hamiyet ve fikr-i milliyet ve muhabbet-i vataniye ve uhuvvet-i insaniye gibi. Bu noktaya binaen, Ceziretü’l-Arab sahra-i vesîasında olan akvam-ı bedevide kâmine ve nâime ve mesture olan hissiyat-ı âliye, secâyâ-yı sâmiye, ki binlere bâliğdir, birden inkişaf, birden ikaz, birden feveran ve galeyana getirmek; şems-i hakikatin, ziya-ı şule-feşanın hâssasıdır. Bu noktayı aklına sokmayan, biz Ceziretü’l-Arab’ı gözüne sokacağız. İşte Ceziretü’l-Arab! On üç asır beşerin terakkiyatından sonra en mükemmel feylesoflardan yüz taneyi göndersin, yüz sene kadar çalışsın. Acaba bu zamana nisbeten o zamana nisbet yaptığını yüzde birini yapabilir mi?!
Noktanın Zeyli: Peygamber muvaffaktır. Kim tevfik ister ise kâinatta câri olan âdâtullaha aşinalık etmek ve nevamis-i fıtrata dostluk etmek gerektir. Yoksa fıtrat tevkifsizlikle bir cevab-ı red verecektir. Cereyan-ı umumî ise, muhalif harekette bulunanları adem-âbâd hiçâhiçe atacaktır.