izzet ve haysiyetten neşet eden şeref ve vakar ve kibr-i nefs ile, melekler şeytanların ihtilât ve istiraklarından tenezzühleri gibi, sırr-ı tezada binaen o ahlâk-ı âliye dahi hile ve kizbden tereffu ve tenezzüh ve teberri ederler. Hem de hayat ve mâyeleri makamında olan sıdk ve hakkıyeti tazammun ettiklerinden şule-i cevvale gibi nübüvveti lemean ediyor.
Hazret-i Aişe demiş: خُلُقُهُ الْقُرْاٰنُ
Kur’an demiş: وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظِيمٍ
Düşmana da şamil bir tevatür ve icma ile sabittir ki, bütün ahlâk-ı hamidenin en ekmeline maliktir.
Ey birader! Görüyorsun ki, bir adam yalnız şecaatle meşhur olursa o şöhret ona verdiği haysiyeti ihlâl etmemek için kolaylıkla yalana tenezzül etmez. Nerede kaldı ki, cemi ahlâk-ı âliye birden tecemmû ede... Evet, mecmuda bir hüküm bulunur, ferdde bulunmaz.
Netice: Tarih ve siyer ve âsâr nokta-i nazarında dikkat olunursa, Muhammed aleyhiselâm dört yaşından kırk yaşına kadar, lâsiyyema hararet-i gariziyenin şiddet-i iltihabı zamanında kemal-i istikametle ve kemal-i metanetle ve tamam-ı ıttırad-ı ahvâl ile ve müsavat ve muvazenet-i etvarıyla ve nihayet iffet ile ve hiçbir hileyi ima etmemekle beraber yaşadığını (1) nazara alınırsa; sonra, istimrar-ı ahlâkın zamanı olan kırk seneden sonra o inkılâb-ı azim nazara alınırsa, haktan geldiğini ve hakikat olduğunu tasdik etmez ise, nefsine levm etsin. Zira zihninde bir sofestaî gizlenmiş olacaktır.
Hem de en hatarlı makamlarda, gâr’da (2) gibi, tarik-i halâsı mefkud iken ve haytü’l-emel bihasebi’l-âde kesilir iken, gayet metanet ve kemal-i vüsuk ve nihayet itminan ile olan hareket ve hal ve tavrı, nübüvvet ve ciddiyetine şahid-i kâfidir. Ve hak ile temessük ettiğine delildir.