Ve zaman-ı müstakbel, kendi vukuat ve fünunun etvar-ı müdakkikâne ile onun mevkib-i ikbalini istikbal ve lisan-ı hakîmane ile irşadâtına teşekkür ediyor. Nev-i beşer kendi muhakkikleriyle, bahusus hatib-i beliği —ki şems gibi— kendi kendine bürhan olan Muhammed’in lisan-ı fasihanesiyle Hakk’tan geldiğini ilân ediyor. Ve Zât-ı Zülcelâl kendi Kur’an’ın lisan-ı beliğanesiyle ol Nebiyy-i Ümmî’nin ferman-ı risaletini cin ve inse işittiriyor.
Hangi kuvvet vardır ki, bu icmaın hükmünü reddetsin? Kimin haddi var, şu ittifaka karşı muhalefet etsin? Hangi şüphe var ki, tevatür-ü mevcudata karşı dayanabilsin?
BİRİNCİ ŞUA
-Enbiya Meclisine Müracaat-
İşte enbiyanın lisan-ı hâlleri şehadet, lisan-ı kaalleri beşaret veriyor.
Birincisi: Eğer sahife-i itibar-ı âlemde menkuş olan âsâr-ı enbiyayı nazar-ı mütalaaya alsan ve tarihin lisanından nübüvvete dair cereyan eden ahvallerini dinlersen ve cihetü’l-vahdet-i nübüvveti zaman ve mekânın tesirat-ı hususiyeden tecrid edebilsen göreceksin ki, enbiyaya ‘nebi’ dedirmiş ve nübüvvetlerine medar olmuş olan esaslar —ki her bir nebi iddia-yı nübüvvet ve mucizeyi izhar ve düstur-u hareketi hukukullah, hukuku’l-ibadı muhafaza ve terk-i menafi-i şahsiye ve ümeme karşı keyfiyet-i muameleleri ve ümmetin onlara karşı keyfiyet-i telâkkisi ve zatlarındaki sebeb-i temayüz olan meziyat gibi medar-ı nübüvvet olan esaslar— evlâd-ı beşerin en âhir üstadı olan Muhammed-i Hâşimi’de (a.s.m.) daha ekmeli ve daha ezheri bulunur. Demek oluyor ki, yakîni ifade eden nev-i vahiddeki istikra, hususan kıyas-ı hads-i hafî ianesiyle ve kıyasü’l-evlevînin teyidiyle mucizatlarının lisanıyla vahdet-i Sâni’in bir bürhan-ı bâhiresi olan Muhammed (a.s.m.)’in sıdk-ı nübüvvetine şehadet ederler.