İfade
Evliyâullah demişler: اَلطُّرُقُ اِلَى اللهِ بِعَدَدِ اَنْفَاسِ الْخَلاَئِقِ yâni, "marifetullahın bürhanları nefesler kadar hadsizdir." Marifet-i Nebi’nin bürhanları dahi nüfus-u mü’minîn kadar muhtelif şahsiyetler ile tezahür eder. Demek şu enfas-ı halâik miktarında ve bu nüfus-u ehl-i iman adedinde lâyuad bürhanların netice-i yegânesidir.
Evet, muvaffak bir nazar kâinatın her zerresinin her hâlinden vücud-u Sanii; hem Peygamber’in her bir hâl, kaal, fiilinden sıdk-ı nübüvvetin şuaını görür. Bir şahıs bir şahsa tamamen benzemediği gibi, fehm dahi fehme benzemez. Delil bir olsa da tarz-ı telakkî ve tarik-i tefehhüm ayrı ayrıdır.
İşte şu risalede kelime-i şehadetin iki kelâmındaki tevhid ve nübüvvete dair tarz-ı tefehhüm ve tarik-i telâkkimi —Japon’un eski bir suali münasebetiyle— yalnız meslek-i nazar noktasında mucez bir icmal ile yazdım. O maksad-ı âliyeye uzanan mirac-ı zevkî-işrakî ve minhac-ı hadsî-ilhamî ise tabire sığışmaz.
İşaratü’l-İ’caz’da
وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا
وَبِاْلاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
ayetleri beyanında yine Kur’an’dan istifâza ettiğim ayn-ı fehmimi Arabî olarak yazmıştım. Şu kelime-i şehadetteki cevher-i iman bir nurdur, Allah istediğinin kalbine atar. Kayyumu hidayet-i ilâhiyedir. Bürhan ise bir mücahiddir, düşmanını tard eder; süpürgecidir, evhamdan tehzib eder.
Peşinen derim: Türkçe güzel ifade edemiyorum. Manayı düşündükçe lafzı düşünemiyorum. Karî’den ricam odur ki, lafzın perişaniyetini görüp, manaya karşı ihtiramsızlık, lâkaydlık göstermesin.