cesaretimizde mündemiç ve münteşirdir. Mevcudiyetimiz ve efkâr-ı umumiyemizin kıymetini rakibimiz ile muvazene ederek tenzil edeceğiz.
Bize lazım: Türklerle –ki, güya mazlumiyetle zayi olan eski şanlı kuvvetleri akıl ve marifetlerine inzimam etmiştir.– ittihad edeceğiz. Onlar bizi müdafaa etsin. Zira onlara çok ücret vermişiz. Yahu bu güzel hakaikı eğer fehm etmişsen, bak ne pis teville rağbet-i umumiyeye karşı sed çekmişler. Şöyle:
Güya ben, Kürdlerin ve ittifakında başkasının bey’liğini intac edeceğim gibi kelimat-ı lâya’kılane ile ve kat’iyen bir madde-i rekabet mabeynimizde olmayan zatlara hased ve garaz ve kendim için usandığım şöhretten ve çirkin gördüğüm riyaseti istiyorum gibi kelimat-ı hodperestane ile kıymet-i zatiyelerini gösterdiler.
Ben, şimdiye kadar hilâf ile vifakı yapmak fikrinde idim. Enaniyete karşı gelmek daha ziyade kabarmak havfıyla ve اِنَّ لِلْبَاطِلِ صَوْلَةً ثُمَّ تَضْمَحِلُّ emeliyle hakikatı sükût içinde sakladım. Ve şimdi tam görünmeyen ve müstakbel tarlasında mazarrat ile sünbüllenen ağrazın zürraının boynunu zamanın sillesine havale eyledim.
مَنْ لَمْ يُوَدِّبْهُ الْاَبَوَانُ اَدَّبَهُ الزَّمَانُ
Eğer daiye-i teferrüd, ihtilâf, hodfuruşluk, meylü’l-ağalık, milleti istihdam, aldanmak ve aldatmak sun’î Kürdlük muktezasında gösterilse; şahid olunuz, o Kürdlükten istifamı veriyorum. Ve cesaret, sadakat, diyanetin ünvanı olan tabii Kürdlükle iftihar ediyorum. Nasıl ki, zaman-ı istibdatta