Buna mikyas; gayet kıymettar ve kemal-i hakiki ve süreyya kadar ulvi olan zülâl-i velâyet gibi umurlarda hased yoktur. Ve gayet dûn-kıymet ve emr-i itibarî ve serab ve sera nisbetinde olan rütbelerde ve seriü’z-zeval hüsün ve kuvvette hased gayet çoktur.
Üçüncü Hakikat: İbadet ve camideki müsavatı üssü’l-esas-ı meslek edilse, umur-u uhreviyeden olan hamiyet-i millî kuvvetiyle ve teşebbüs-ü şahsî yardımıyla cüz’i muhabbetler öyle bir cazibe-i umumiyeyi teşkil eder ki, Kürd gibi bir kitle-i azimeyi küre gibi tedvir edecektir. Lakin haysiyet-i itibariyeyi ele almak ve o müsavat-ı asliyeyi ihlâl etse, akreblerin yuvası gibi ağraz ve enaniyetler intişara başlayacaktır ki, tiryak yine o müsavattır. Zira herkesin bir enesi var.
Ne nesl iledir, ne sâl iledir,
Ne cah iledir, ne mal iledir,
Begim, ululuk kemal iledir. (1)
beyti bu hakikate şahittir.
Dördüncü Hakikat: Bir hasta, hekime karşı üç halde bulunur. Birincisi: Gözünü kapar hiçbir şey söylemez, hekim de hiç ehemmiyet vermez. Kâh zehir, kâh ilacı verir. İstibdatta milletin hali gibi. İkincisi: Hasta, hekime teşhis-i illete yardım ve verdiği ilacı hüsn-ü istimal ve hayatına lazım olanı taleb ediyor ve tabib de hastanın gözü açık olduğu için ihtiyat ve dikkate mecbur oluyor. Benim kulüplerde arzu ettiğim meslek gibi. Üçüncüsü: Hasta adeta hekimini yalnız reçeteci gibi tanıyor ve o hasta iken hekimfuruşluk zevki ile ilaçları kendi almak ve terkib istimal etmek, maharetsizliği için اِثْمُهُ اَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِ sırrına mazhar olur. Zira halâvet-i hâkimiyetle sarhoş olur. Şimdi veya ileride kulüplerin mesleği gibi.