Dördüncü Maden: Ruha masdar itibariyle bir derece müşabih ve yalnız vücud-u hissî olmayan envada hükümran olan kavanine dikkat edilse görünür ki, şayet o kanun vücud-u haricî giyse idi, o envaın birer ruhu olurdu. Halbuki daima bâki, daima müstemir, hiçbir tagayyürat onların vahdetine tesir etmez. Ruh ise âlem-i emirden gelen bir kanun-u zîşuur, bir namus-u zîhayattır ki, kudret-i ezeliye ona vücud-u haricîyi giydirmiş. Demek nasıl ki, sıfat-ı iradeden ve âlem-i emirden gelen şuursuz kavanin daima baki kalıyor. Aynen onların kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı iradenin tecellisi olan, âlem-i emirden gelen ruh, bekaya mazhar olmak daha ziyade lâyıktır. Çünkü zîvücud ve zîhakikat-ı hariciyedir. Daha kavidir, çünkü zîşuurdur. Daha daimîdir, çünkü hayydır, zîhayattır.
Ey birader! Zihni iz’ana, kalbi kabule ihzar etmek için şu dört makamdaki nikâtı fehmetmiş isen işte bak, maksada giriyoruz. İşte Kur’an-ı Kerim ve Furkan-ı Hakîm’in cennetine gir, bak. Haşr-i cismanî kemal-i vuzuh ile ve Cennet ve Cehennemin ahvalini beyan-ı mu’ciz ile sana gösteriyor. Kimsenin haddi yoktur, o beyandan sonra beyana kalkışsın.
لَيْسَ بَعْدَ بَيَانِ الْقُرْاٰنِ بَيَانٌ
نَعَمْ، اِذَا طَلَعَتِ الشَّمْسُ اِخْتَفَتِ النُّجُومُ وَانْطَفَتِ السُّرُجُ
Bak, menzilgâh-ı dünyada a’sar-nişîn olan ecyalin sufufuna hitaben kâinatı zelzeleye getiren şu hutbe-i ezeliyeyi dinle:
إِذَا زُلْزِلَتِ الْأَرْضُ زِلْزَالَهَا * وَأَخْرَجَتِ الْأَرْضُ أَثْقَالَهَا * وَقَالَ الْإِنْسَانُ مَا لَهَا * يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ أَخْبَارَهَا * بِأَنَّ رَبَّكَ أَوْحَى لَهَا * يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ أَشْتَاتًا لِيُرَوْا أَعْمَالَهُمْ * فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ * وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ