Üçüncü Menba: Akıl ve hikmet ve istikraın şehadetleriyle sabit olan hilkatteki adem-i abesiyet, hem Sâni’in fıtratta, her şeyde en kısa yolu ve en yakın ciheti ve en hafif sureti ve en güzel keyfiyeti ihtar ve intihab etmesiyle sabit olan adem-i israf saadet-i ebediyeye işaret eder. Zira adem-i sırf her şeyi abes eder.
Fıtratta, ezcümle insanda fenn-i menafii’l-aza şehadetiyle sabit olan adem-i israf gösterir ki, insanda olan istidadat-ı maneviye ve âmâl ve efkâr ve müyûlât dahi israf edilmeyecektir.
O meyl-i tekemmül bir kemalin vücudunu ve o meyl-i saadet bir saadet-i ebediyeye namzed olduğunu kat’î olarak ilan eder. Öyle olmazsa insanın mahiyet-i hakikisini teşkil eden maneviyat ve âmâl kurur, hebaen gider. Acaba kıymettar bir cevherin kılıfına o derece dikkat ve itina edilse ki, gubarın konulmasına da müsaade etmeyen sahibi, nasıl ve ne suretle o cevher-i yegâneyi kırıp mahveder?
Şu üç menbadaki üç şahidi tezkiye eden, her birinin mevzuunun nev’indeki nizamın şahid-i sadık olan cemi fünunun istikra-i tammesidir. Ki o, intizam-ı kâmili ihtilâlden halâs eden ve meyl-i tekemmülü tatmin eden yalnız saadet-i ebediyedir.
Dördüncü Menba: Pek çok envada yevm ve sene gibi, hatta insanın şahıslarında bir çok kıyamet-i mükerrere-i nev’iye vardır ki, bir kıyamet-i kübranın tahakkukunu ihsas ediyor. Evet, maruf saatin saniye, dakika, saat, eyyamını sayan çarklarına benzeyen Allah’ın büyük saatindeki yevm, sene, ömr-ü beşer, deveran-ı dünya birbirine mukaddime olarak döner, işler. Geceden sonra sabahı, kıştan sonra baharı işledikleri gibi, mevtten sonra subh-ı kıyamet o destgâhtan, o saat-i uzmadan çıkacağını haber veriyorlar.