Uzaklık veya gözün kabiliyetsizliği veya tesettürlerine binaen görünmemeleri olmamalarına delil olamaz. Adem-i rüyet adem-i vücuda delâlet etmez. Demek küre-i arzın hakaret ve kesafetiyle beraber bu kadar zevi’l-ervahın vatanı olması ve en hasis, hatta müteaffin cüzleri menba-i hayat kesilmesi, bi’t-tariki’l-ûlâ hem intizam-ı muttaride mebnî olan kıyas-ı hafiyy-i hadsîye müesses olan kıyasu’l-evlevî ile delâlet eder ki, şu feza-yı lâyetenahî burucuyla, nucumuyla zîşuur zevi’l-ervah ile doludur. Nurdan, nârdan ve seyyalâtlardan mahluk olan o zevi’l-ervaha şeriat “melâike” ve “cann” der. Melâike ise ecnas-ı muhtelifedir. Cin dahi öyle.
Üçüncü Nükte: Bütün ukalâ tarik-ı tabirde ihtilâflarıyla beraber melâikenin mana ve hakikatinin vücuduna icma-ı manevî ile ittifak etmişlerdir. Hatta Meşşaiyyun melâikeyi “envaın mahiyat-ı mücerrede-i ruhaniye” ile tabir etmişlerdir. İşrakiyyun “ukûl-ü aşere, erbabü’l-enva” diye tevsim etmişler. Ehl-i edyan “melekü’l-cibal, melekü’l-bihar, melekü’l-emtar” namlarla tesmiye etmişler. Hatta akılları gözlerinde olan maddiyyun ve tabiiyyun dahi mana-yı melâikeyi inkara mecal bulmamışlar. Belki nevamis-i fıtratta “kuva-i sariye” diye bir cihette tasdike muztar olmuşlar.
Evet, madem ki hayat mevcudatın keşşafıdır, belki neticesi, zübdesidir; nasıl şu feza-yı vasia sâkinînden ve şu semavat-ı lâtife mütevattınından hâli olabilir?
S— Acaba şu hilkatte cari olan nevamis ve kavanin kâinatın irtibat ve hayeviyetine kafi değil midir?
C— Bu nevamis-i cariye ve şu kavanin-i sâriye umur-u itibariyedir, vehmiyedirler. Ki, hem mümessilâtı, hem meakisi, hem dizginlerini tutan melâikeler olmazsa onlara bir vücud taayyün etmez, bir hüviyet teşahhus edemez, bir hakikat-ı hariciye olmaz.