“Fazla yer tutacağım.” Metin demir onu yalan çıkaramaz. Sözünün doğruluğu demiri parçalar. İşte şu meyelânlar irade-i ilâhiyeden gelen evamir-i tekviniyenin tecellileridir, cilveleridir.
İkincisi: Beşerin havass-i hamse-i zâhire ve bâtınadan başka âlem-i gayba karşı açılan pek çok pencereleri var. Gayr-ı meş’ur pek çok hisleri var. Hiss-i sâmia, bâsira, zâika olduğu gibi, bir hiss-i sadise-i sadıka-i sâika var. Hem bir hiss-i sabia-i barika-i şaika var. O şevk ve sevk yalan söylemez, yanlış gidemez.
Üçüncüsü: Mevhum bir şey hakikat-ı hariciyeye mebde olamaz. Fıtrat-ı vicdanda nokta-i istinad ile nokta-i istimdad, iki hakikat-ı zaruriyedir. Hilkatin safveti ve en mükerremi olan ruh-u beşer, o iki nokta olmazsa en süfli, en berbat bir mahluk olur. Halbuki, kâinattaki hikmet ve nizam ve kemal bu ihtimali reddeder.
Dördüncüsü: Akıl tatil-i eşgal etse de, nazarını ihmal etse, vicdan Sânii unutamaz. Kendi nefsini inkâr etse de Onu görür, Onu düşünür. Ona müteveccihtir. Hads —ki, şimşek gibi sürat-i intikaldir— daima onu tahrik eder. Hadsin muzaafı olan ilham, onu daima tenvir eder. Meyelânın muzaafı olan arzu ve onun muzaafı olan iştiyak ve onun muzaafı olan aşk-ı ilâhi, onu daima marifet-i Zülcelâle sevkeder. Şu fıtrattaki incizab ve cezbe, bir hakikat-ı cazibedarın cezbiyledir
Bu nükteleri bildikten sonra şu bürhan-ı enfüsî olan vicdana müracaat et. Göreceksin ki, kalb bedenin aktarına neşr-i hayat ettiği gibi kalbdeki ukde-i hayatiye olan marifet-i Sânidir ki, istidadat-ı gayr-ı mahdude-i insaniye ile mütenasib olan âmâl ve müyûl-ü müteşaibeye neşr-i hayat eder. Lezzeti içine atar ve kıymet verir ve bast ve temdid eder. İşte nokta-i istimdad.