Sual: Ezeliyet-i madde ve harekât-ı zerrattan teşekkül-ü enva gibi umur-u bâtılaya neden ihtimal veriliyor?
Cevap: Sırf başka şey ile nefsini ikna etmek sadedinde olduğu için, umurun esas-ı fasidesini tebeî bir nazarla derketmediğinden neşet ediyor. Eğer nefsini ikna etmek suretinde kasden ve bizzat ona müteveccih olursa muhaliyetine ve makul olmadığına hükmedecektir. Faraza kabul etse de, tegafül ani’s-Sâni sebebiyle hasıl olan ıztırar ile kabul edilebilir. Dalâlet ne kadar acibdir: Zat-ı Zülcelâlin lâzım-ı zarurîsi olan ezeliyeti ve hassası olan icadı aklına sığıştırmayan, nasıl oluyor ki, gayr-i mütenahî zerrata ve aciz şeylere veriyor.
Evet meşhurdur ki, hilâl-i ıyd’e bakarlardı. Kimse bir şey görmedi. İhtiyar bir zat yemin etti: “Hilâli gördüm.” Halbuki gördüğü hilâl, kirpiğinin tekavvus etmiş beyaz bir kılı idi. Kıl nerede, kamer nerede? Harekât-ı zerrat nerede, sebeb-i teşkil-i enva nerede? İnsan fıtraten mükerrem olduğundan hakkı arıyor. Bazen bâtıl eline gelir. Hakk zannederek koynunda saklar. Hakikati kazarken ihtiyarsız dalâlet başına düşer; hakikat zannederek başına giydiriyor.
Sual: Nedir şu tabiat, kavanin, kuva ki, onlar ile kendilerini aldatıyorlar?
Cevap: Tabiat, âlem-i şehadet denilen cesed-i hilkatin anâsır ve azasının ef’alini intizam ve rabt altına alan bir şeriat-ı kübra-yı ilâhiyedir. İşte şu şeriat-ı fıtriyedir ki, sünnetullah ve tabiat ile müsemmadır. Hilkat-i kâinatta cari olan kavanin-i itibariyesinin mecmu ve muhassalasından ibarettir. Kuva dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer hükmüdür. Ve kavanin dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer meselesidir. Fakat o şeriattaki ahkâmın yeknesak istimrarına istinaden vehim, hayal tasallut ederek tazyik edip,