Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek, ben de gelip burada medresemi yapacağım.
Dedi:
— Heyhât! Şaşarım senin ümidine.
Dedim:
— Vay senin aklına. Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin?
Dedi:
— İslâm parça parça olmuş.
Dedim:
— Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâmın müstaid bir veledidir. İngiliz mekteb-i idadisinde çalışıyor. Mısır, İslâmın zeki bir mahdumudur. İngiliz mekteb-i mülkiyesinde ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâmın iki bahadır oğullarıdır. Rus mekteb-i harbiyesinde talim alıyor. İlâ ahir... Yahu: Şu asilzade evlâd, şehadetnamelerini aldıktan sonra, her biri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını, âfâk-ı kemalâtta temevvüc ettirmekle, kader-i ezeliyeye karşı feleğin inadına nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilan edecektir. (İşte hikâyemin yarısı bu kadar...)
***
“Neme lâzım” ve “Nefsî, nefsî” dediren bir temsil:
Felekzede, (1) perişan, fakat asil bir aşiretten, bir cesur adam ile, talii yaver feleği müsaid diğer bir aşiretten bir korkak ile bir yerde rastgelirler. Müfahere, münazara başlar.
Evvelki adam başını kaldırır, aşiretinin zelil olduğunu görür, izzet-i nefsine yediremez. Başını indirir. Nefsine bakar, bir derece ağır görür.