Evet vücudlarından zarar gelmemiş, istediğimiz ulemanın ademinden gelmiştir. Zira, zekiler galiben mektebe gittiler. Zenginler, medresenin maişetine tenezzül etmediler. Medrese de —intizam ve tefeyyüz ve mahreç bulunmadığından— zamana göre ulemayı yetiştiremedi. Sakın!.. Ulemaya buğzetmek büyük bir hatardır. (1)
S— Niyeti hâlis olanlar azdır. Senin niyetin hâlis olsa muvaffak olacaksın, niyetine bak.
C— Lillâhilhamd (2) ve lâ fahr. İhlâs-ı niyeti ihlâl eden ve anâsır-ı garaz olan neseb ve nesil ve tama’ ve havf beni bilmiyorlar. Ben de onları tanımıyorum veya tanımak istemiyorum. Zira, meşhur bir nesebim yok ki, mazisini muhafaza.. Ben “ebu lâşey” olduğumdan bir neslim de yoktur ki, istikbalini temin edeyim. Öyle bir cünunum var ki, Divan-ı Harb dehşet ve tahvifiyle tedavisine muktedir olamadı. Öyle bir cehaletim var ki, beni ümmi edip, dinar ve dirhemin nakşını okuyamıyorum. Kaldı, ticaret-i uhrevî. Öyle bir ahd etmişim, re’sü’l-malı da kaybetsem mesleğimden dönmeyeceğim. Şimdiden hasaret ediyorum, çok günaha düşüyorum. Bir şey kaldı: O da şöhret-i kâzibedir. İşte ben ondan usandım, kaçıyorum. Zira uhdesine gelmediğim çok vazifeyi bana yükletiyor.
S— Neden hükümete, Jöntürklere mümkün olduğu kadar hüsn-ü zan ediyorsun?
C— Mümkün olduğu derecede sû-i zan ettiğiniz için, ben hüsn-ü zan ederim. Eğer öyle ise zaten iyi; yoksa, tâ öyle olsunlar, yol gösteriyorum.
S— İttihad ve Terakki hakkında re’yin nedir?