sözünü işitmek gibi küçük emirlere hayatını istihfaf eden ve ağasının namusunu istizam eden, acaba eğer uyansa, hazinelere değer olan milliyetine, binlerce ruhu da olsa istihfaf-ı hayat etmez mi? Elbette hayatını on paraya satan, on liraya binlerce şevkle verir.
Maatteessüf, güzel şeylerimiz gayr-ı müslimler eline geçtiği gibi, güzel ahlâkımızı dahi çalmışlar. Güyâ ahlâk-ı âliyemiz yanımızda revaç bulmadığından darılıp onlara iltica etti ve onların rezaili kendileri içinde revaç bulmadığından, cehaletimizin pazarına götürüldü.
Acaba görmüyor musunuz; terakkiyat-ı hazıranın üssü’l-esası, belki din-i hakkın muktezası olan “Ben ölürsem milletim sağdır” gibi kelime-i beyza veya haslet-i hamrayı onlar çalmışlar. Onların bir fedaisi der: “Ben ölürsem milletim sağ olsun. İçinde bir hayat-ı maneviye-i ebediyem vardır.” Ve bütün sefaletin ve şahsiyatın esası olan, “Ben öldükten sonra dünya ne olursa olsun, isterse tufan olsun.” Veyahut وَاِنْ مِتُّ عَطَشًا فَلاَ نَزَلَ الْقَطْرُ olan kelime-i hamka ve seciye-i avra, himmetimizin elini tutmuş rehberlik ediyor. İşte en iyi haslet ki, dinimizin muktezasıdır. Biz; ruhumuzla, canımızla, vicdanımızla, fikrimizle, bütün kuvvetimizle demeliyiz: “Biz ölsek, milliyetimiz olan İslâmiyet hayydır, ilelebed bâkidir. Milletim sağ olsun. Sevab-ı uhrevî bana kâfidir. Milletin hayatındaki hayat-ı maneviyem beni yaşattırır. Âlem-i ulvîde beni mütelezziz eder.” وَالْمَوْتُ يَوْمُ نَوْرُوزِنَا
S— Biz kuvvetimizi nasıl toplayıp namus-u milliyeyi muhafaza edeceğiz?