Eski zaman Garp feylesoflarının çözemedikleri ve yeni zaman feylesoflarının da: “Felsefe henüz bunu halledememiştir” dedikleri düğümler, Risale-i Nur’da, Kur’an’ın feyziyle keşf ve halledilerek aklen ve mantıkan ispat edilmiştir. Şarkın dâhî hükemalarının kırk sahifede anlatmaya çalıştıkları müşküller, Risale-i Nur’un bir sahifesinde veciz bir şekilde ifade edilmiştir.
Bediüzzaman’ın 1935 senesinde idam edilmek üzere verildiği Ağır Ceza Mahkemesindeki müdafaatından bir iki cümle: “Risale-i Nur sönmez, söndürülemez. Risale-i Nur, söndürülmek için üflendikçe parlayan bir nurdur. Risale-i Nur, tılsım-ı kâinatın muammasını keşf ve halleden bir keşşaftır.”
Hem, haşr-i cismanî meselesinde, hükemadan İbn-i Sina gibi, meşhur bir dâhînin, “Haşir naklîdir, iman ederiz; akıl bu yolda gidemez” dediği bir hakikat, Risale-i Nur’da, hem umumun istifade edebileceği emsalsiz bir tarzda Kur’an’ın feyziyle aklen ispat edilmiştir.
Dalâlet-alûd Avrupa feylesoflarının ve sapkın talebelerinin bazı müteşabih âyat-ı kerime ve ehadis-i şerifenin zâhirî manalarını anlamayarak yaptıkları kasıtlı itirazlara, Risale-i Nur’da aklen, mantıkan cevaplar verilerek, o ayetlerin ve o hadislerin birer mucize oldukları isbat edilmiştir. Böylelikle de, bu zamanda fen ve felsefeden gelen dalâlet ve şüpheleri Risale-i Nur kökünden kesmiştir. Risale-i Nur bunu yaparken de müsbet bir usul takip etmiştir.
Risale-i Nur, fevkalâde müstesna bir edebî üstünlüğe maliktir.
En meşhur eserlerle bile kabil-i kıyas olmayan ve başlıbaşına bir hususiyeti haiz olan üslûbunda yüksek bir belâgat, fesahat ve selâset ve îcaz vardır. Hattâ Bediüzzaman’ın eserlerini âlem-i İslâmın ısrarla arzu etmesiyle Arapça’ya tercüme ettirmek için büyük İslâm âlimlerine Asâ-yı Musa mecmuası götürüldüğü vakit, okumuşlar ve demişlerdir ki: “Bediüzzaman’ın eserlerini ancak kendisi tercüme edebilir. Risale-i Nur’daki yüksek belâgatı ve misilsiz olan fesahat ve îcazı tercümede muhafaza etmekten ve onun ilmini ihata etmekten âciziz!” Bu suretle o yüksek âlimler, Üstadımızın faziletini ve Risale-i Nur’un kemalâtını göstermişlerdir.
Bediüzzaman, eserlerinde, hemen bütün büyük müellif ve ediplerden farklı olarak lâfızdan ziyade manaya ehemmiyet vermiştir. manayı, lâfza feda etmemiş; lâfzı manaya feda etmiştir. Üslûpta okuyucunun bir nevi hevesini nazara almamış, hakikati ve manayı esas tutmuştur. Vücuda elbiseyi yaparken