Sen divane olmazsan, muvakkat lezzeti yalnız şükür için arayabilirsin. Zaten lezzetler şükür için verilmiş...
Said Nursî
***
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, muhterem kardeşim,
Evvelâ, zatınızın bir risale kadar câmi ve uzun ve müdekkikane hararetli mektubunuzu kemal-i merakla okudum. Peşin olarak size bunu beyan ediyorum ki: Risale-i Nur’un üstadı ve Risale-i Nur’a Celcelutiye Kasidesinde rumuzlu işaratıyla pek çok alâkadarlık gösteren ve benim hakaik-ı imaniyede hususî üstadım, İmam-ı Ali’dir (r.a.). Ve قُلْ لاَ اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا إِلاَّ الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبٰى ayetinin nassıyla, Âl-i Beytin muhabbeti, Risale-i Nur’da ve mesleğimizde bir esasdır. Ve Vehhabîlik damarı, hiçbir cihette Nur’un hakiki şakirdlerinde olmamak lâzım geliyor. Fakat madem bu zamanda zındıka ve ehl-i dalâlet ihtilâfdan istifade edip, ehl-i imanı şaşırtıp ve şeairi bozarak Kur’an ve iman aleyhinde kuvvetli cereyanları var; elbette bu müdhiş düşmana karşı cüz’î teferruata dair medar-ı ihtilâf münakaşaların kapısını açmamak gerektir.
Hem, ölmüş insanları zemmetmek, hiç lüzumu yok. Onlar, dâr-ı ahirette, mahall-i cezaya gitmişler. Lüzumsuz, zararlı, onların kusurlarını beyan etmek, emrolunan muhabbet-i Âl-i Beytin muktezası değildir ve lâzım da değildir, diye Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, sahabeler zamanındaki fitnelerden bahis açmayı men’etmişler. Çünkü Vakıa-ı Cemel'de aşere-i mübeşşereden Zübeyr ve Talha ve Aişe-i Sıddîka (r.a.) bulunmasıyla Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, o harbi, içtihad neticesi deyip: “Hazret-i Ali (r.a.) haklı, öteki taraf haksız; fakat içtihad neticesi olduğu cihetle afvedilir.” Hem Vehhabîlik damarı, hem müfrit Rafızîler'in mezhebleri İslâmiyete zarar vermesin diye, Sıffin Harbindeki bağilerden de bahs açmayı zararlı görüyorlar.