adamı irşad etmekten daha ehemmiyetli görüyorum. Çünkü: O on adam, tam o hakikati her şeyin fevkinde gördüklerinden sebat edip, o çekirdekler hükmünde olan kalbleri, birer ağaç olabilirler. Fakat o binler adam, dünyadan ve felsefeden gelen şüpheler ve vesveseler ile o kutbun derslerini, “Hususî makamından ve hususî hissiyatından geliyor” nazarıyla bakıp, mağlub olarak dağılabilirler. Bu mana için hizmetkârlığı, makamatlara tercih ediyorum.
Hattâ bu defa bana; beş vecihle kanunsuz, bayramda, düşmanlarımın planıyla bana ihanet eden o malum adama şimdilik bir belâ gelmesin diye telâş ettim. Çünkü, mesele şaşaalandığı için, doğrudan doğruya avam-ı nâs bana makam verip harika bir keramet sayabilirler diye, dedim: “Yâ Rabbi, bunu ya ıslâh et veya cezasını ver. Fakat böyle kerametvari bir surette olmasın.” Bu münasebetle bir şeyi beyan edeceğim. Şöyle ki:
Bu defa mahkemeden bana teslim olunan talebelerin mektupları içinde, çok imzalar üstünde bulunan bir mektup gördüm; belki Lâhika’ya girmiş. Risale-i Nur’un şakirdlerinin maişet cihetindeki bereketine ve bazıların tokatlarına dairdi. Burada aynen Kastamonu’daki tokat yiyenler gibi şüphe kalmamış. Beş adam, aynen burada da tokat yediler.
Said Nursî
***
İSTANBUL’DA KOMÜNİSTLER ALEYHİNDEKİ HADİSEYİ GÖREN
RİSALE-İ NUR TALEBELERİNİN MEKTUBUNDAN BİR PARÇA
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz kardeşlerim,
لَهُ الْحَمْدُ وَالْمِنَّةُ dün, Nur’un manevî bir fütuhatı, bütün azamet ve dehşetiyle İstanbul’da görüldü. Küfr-ü mutlakı dünyaya, hususan âlem-i İslâma yerleştirmek isteyen bir cemiyet ve onun naşir-i efkârı ve mürevvic-i âmali olan bir-iki gazete matbaası ve kütüphanesi darmadağın edilerek; dinsiz yaptık,