imansızlığın emansız surunu Risale-i Nur temelinden kaldıracak; imansızlığın emansız ateşini söndürüp, âb-ı hayat bahşeden şarab-ı kevserini, bütün dünyaya emanlı iman vermekle içirecektir.
اَلْبَاقِىهُوَ الْبَاقِى
Çok kusurlu talebeniz
Husrev
***
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَاءِمًا * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Sizin bayramlarınızı tekrar be tekrar tebrik ediyoruz. Gayet ehemmiyetli iki meseleyi; sizlere -zekâvetinize itimaden- Risale-i Nur’da müteferrikan parçaları bulunmalarına binaen, gayet muhtasar konuşacağım:
Birincisi: Risale-i Nur’un hakiki ve hakikatlı bir şakirdi bulunan ve Kur’an Mu’ciz’ül-Beyanın kâtibi, bu defa yazdığı mektupta, haddimden bin derece ziyade hüsn-ü zannına istinaden, bir hakikat soruyor. Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinin gayet ehemmiyetli ve kudsî vazifesini; ve hilâfet-i nübüvvetin de gayet ulvî vazifelerinden bir vazifesini benim âdi şahsımda, Üstadı noktasından bir cilvesini gördüğünden, bana o hilâfet-i maneviyenin bir mazharı nazarıyla bakmak istiyor.
Evvelâ: Baki bir hakikat, fani şahsiyetler üstüne bina edilmez. Edilse, hakikata zulümdür. Her cihetle kemalde ve devamda bulunan bir vazife, çürümeye ve çürütülmeye maruz ve müptelâ şahsiyetlerle bağlanmaz; bağlansa, vazifeye ehemmiyetli zarardır.
Saniyen: Risale-i Nur’un tezahürü, yalnız tercümanının fikriyle veyahut onun ihtiyac-ı manevî lisanıyla Kur’an’dan gelmiş, yalnız o tercümanın istidadına bakan feyizler değil; belki o tercümanın muhatabları ve ders-i Kur’an’da