وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Yakınınızda bulunmakla çok bahtiyarım. Sizin hayalinizle ara sıra konuşurum, müteselli olurum. Biliniz ki: Mümkün olsaydı, bütün sıkıntılarınızı kemal-i iftihar ve sevinçle çekerdim. Ben, sizin yüzünüzden Isparta’yı ve havalisini taşıyla, toprağıyla seviyorum. Hattâ diyorum ve resmen de diyeceğim; Isparta hükümeti bana ceza verse, başka bir vilâyet beni beraet ettirse, yine burayı tercih ederim.
Evet, ben üç cihetle Ispartalıyım. Gerçi tarihçe isbat edemiyorum, fakat kanaatım var ki; İsparit nahiyesinde dünyaya gelen Said’in aslı, buradan gitmiş. Hem Isparta vilâyeti öyle hakiki kardeşleri bana vermiş ki; değil Abdülmecid ve Abdurrahman, belki Said’i onların her birisine maalmemnuniye feda eylerim.
Tahmin ederim, şimdi küre-i arzda Risale-i Nur şakirdlerinden —kalben ve ruhen ve fikren— daha az sıkıntı çeken yoktur. Çünkü; kalb ve ruh ve akılları iman-ı tahkikî nurlarıyla sıkıntı çekmezler; maddî zahmetleri ise, Risale-i Nur dersiyle hem geçici, hem sevablı, hem ehemmiyetsiz, hem hizmet-i imaniyenin başka bir mecrada inkişafına vesile olmasını bilerek şükür ve sabırla karşılıyorlar. İman-ı tahkikî dünyada dahi medar-ı saadettir diye halleriyle isbat ediyorlar. Evet, “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.” deyip metinane bu fani zahmetleri bâki rahmetlere tebdile çalışıyorlar.
Cenab-ı Erhamürrahimîn, onların emsallerini çoğaltsın, bu vatana medar-ı şeref ve saadet yapsın ve onları Cennetü’l-firdevse, saadet-i ebediyeye mazhar eylesin, âmin!
Said Nursî
***