لاَ إِلٰهَ إِلاَّ اللهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الْوَاحِدُ اْلاَحَدُ الَّذِي دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ
فِى وَحْدَتِهِ اَلْقُرْاٰنُ الْمُعْجِزُ الْبَيَانِ، اَلْمَقْبُولُ الْمَرْغُوبُ ِلاَجْنَاسِ الْمَلَكِ وَاْلاِنْسِ
وَالْجَانِّ اَلْمَقْرُوءُ كُلُّ اٰيَاتِهِ فِى كُلِّ دَقِيقَةٍ بِكَمَالِ اْلاِحْتِرَامِ، بِأَلْسِنَةِ مِئَاتِ الْمَلاَيِينَ
مِنْ نَوْعِ اْلاِنْسَانِ، اَلدَّۤائِمُ سَلْطَنَتُهُ الْقُدْسِيَّةُ عَلٰى اَقْطَارِ اْلاَرْضِ وَاْلاَكْوَانِ، وَعَلٰى
وُجُوهِ اْلاَعْصَارِ وَالزَّمَانِ، وَالْجَارِي حَاكِمِيَّتُهُ اَلْمَعْنَوِيَّةُ النُّورَانِيَّةُ عَلٰى نِصْفِ
اْلاَرْضِ وَخُمْسِ الْبَشَرِ فِى اَرْبَعَةَ عَشَرَ عَصْرًا بِكَمَالِ اْلاِحْتِشَامِ... وَكَذَا شَهِدَ وَ
بَرْهَنَ بِاِجْمَاعِ سُوَرِهِ الْقُدْسِيَّةِ السَّمَاوِيَّةِ، وَبِاِتِّفَاقِ اٰيَاتِهِ النُّورَانِيَّةِ اْلاِلٰهِيَّةِ، وَبِتَوَافُقِ
أَسْرَارِهِ وَأَنْوَارِهِ وَبِتَطَابُقِ حَقَۤائِقِهِ وَثَمَرَاتِهِ وَاٰثَارِهِ بِالْمُشَاهَدَةِ وَالْعَيَانِ
denilmiştir.
Sonra, bir fakir insana değil fani ve muvakkat bir tarlayı, bir haneyi, belki koca kâinatı ve dünya kadar bir mülk-ü bakiyi kazandıran ve bir fani adama, ebedî bir hayatın levazımatını bulduran ve ecelin darağacını bekleyen bir biçareyi idam-ı ebedîden kurtaran ve saadet-i sermediyenin hazinesini açan en kıymettar sermaye-i insaniyenin iman olduğunu bilen mezkûr misafir ve hayat yolcusu, kendi nefsine dedi ki: “Haydi, ileri!” İmanın hadsiz mertebelerinden bir mertebe daha kazanmak için kâinatın heyet-i mecmuasına müracaat edip, “O da ne diyor, dinlemeliyiz; erkânından ve eczasından aldığımız dersleri tekmil ve tenvir etmeliyiz.” diye, Kur’an’dan aldığı geniş ve ihatalı bir dürbün ile baktı, gördü:
Bu kâinat, o kadar manidar ve muntazamdır ki; mücessem bir kitab-ı sübhanî ve cismanî bir Kur’an-ı rabbanî ve müzeyyen bir saray-ı samedanî