Evet, yüz bin peygamberlerin (aleyhimüsselâm) tevatürleriyle ve ihbaratlarının vahy-i ilâhiye mazhariyet noktasında ittifaklarıyla ve nev’-i beşerden ekseriyet-i mutlakanın tasdik-gerdesi ve rehberi ve muktedası ve vahyin semereleri ve vahy-i meşhud olan kütüb-ü mukaddese ve suhuf-u semaviyenin delâil ve mucizatlarıyla, hakikat-ı vahyin tahakkuku ve sübutu bedahet derecesine geldiğini bildi ve vahyin hakikatı beş hakikat-ı kudsiyeyi ifade ve ifaza ediyor diye anladı.
Birincisi: اَلتَّنَزُّلاَتُ اْلاِلٰهِيَّةُ اِلٰى عُقُولِ الْبَشَرِ ile denilen, beşerin akıllarına ve fehimlerine göre konuşmak bir tenezzül-ü ilâhîdir. Evet, bütün zîruh mahlûkatını konuşturan ve konuşmalarını bilen, elbette kendisi dahi o konuşmalara konuşmasıyla müdahale etmesi, rububiyetin muktezasıdır.
İkincisi: Kendini tanıttırmak için, kâinatı, bu kadar hadsiz masraflarla, baştan başa harikalar içinde yaratan ve binler dillerle kemalâtını söylettiren, elbette kendi sözleriyle dahi kendini tanıttıracak.
Üçüncüsü: Mevcudatın en müntehabı ve en muhtacı ve en nazenini ve en müştakı olan hakiki insanların münacatlarına ve şükürlerine fiilen mukabele ettiği gibi, kelâmıyla de mukabele etmek, hâlikıyetin şe’nidir.
Dördüncüsü: İlim ile hayatın zarurî bir lâzımı ve ışıklı bir tezahürü olan mükâleme sıfatı, elbette ihatalı bir ilmi ve sermedî bir hayatı taşıyan zatta, ihatalı ve sermedî bir surette bulunur.
Beşincisi: En sevimli ve muhabbetli ve endişeli ve nokta-i istinada en muhtaç ve sahibini ve malikini bulmağa en müştak; hem fakir ve âciz bulunan mahlûkatlarına; acz ve iştiyakı, fakr ve ihtiyacı ve endişe-i istikbali ve muhabbeti ve perestişi veren bir zat, elbette kendi vücudunu onlara tekellümüyle iş’ar etmek, ulûhiyetin muktezasıdır. İşte, tenezzül-ü ilâhî ve taarrüf-ü rabbanî ve mukabele-i rahmanî ve mükâleme-i sübhanî ve iş’ar-ı samedanî hakikatlerini tazammun eden umumî, semavî vahiylerin, icma ile Vacibü’l-Vücud’un vücuduna ve vahdetine delâletleri öyle bir hüccettir ki; gündüzdeki güneşin şuaatının güneşe şehadetinden daha kuvvetlidir, diye anladı.
Sonra ilhamlar cihetine baktı, gördü ki: Sadık ilhamlar, gerçi bir cihette vahye benzerler ve bir nevi mükâleme-i rabbaniyedir, fakat iki fark vardır.