iştirak-i a’mâl-i uhreviye düstur-u esasiyeleri sırrınca, her birisinin kazandığı miktar, her bir kardeşlerine aynı miktar defter-i a’mâline geçmesi, o düsturun ve rahmet-i ilâhiyenin muktezası olmak haysiyetiyle, Risale-i Nur dairesine sıdk ve ihlâsla girenlerin kazançları pek azîm ve küllîdir. Her biri, binler hisse alır. İnşaallah, emval-i dünyeviyenin iştiraki gibi inkısam ve tecezzi etmeden, her birisine, aynı amel defterine geçmesi, bir adamın getirdiği bir lâmba, binler ayinelerin her birisine aynı lâmba inkısam etmeden girmesi gibidir. Demek, Risale-i Nur’un sadık şakirdlerinden birisi Leyle-i Kadrin hakikatini ve Ramazanın yüksek mertebesini kazansa, umum hakiki sadık şakirdler sahip ve hissedar olmak, vüs’at-i rahmet-i ilâhiyeden çok kuvvetli ümidvarız. .........................
Said Nursî
***
بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
.....................
Birinci Mesele: Kardeşlerimizden birisinin namaz tesbihatında tekâsül göstermesine binaen dedim:
Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-i Muhammediyedir (a.s.m.) ve velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikati böyle inkişaf etti: Nasıl ki, risalete inkılâb eden velâyet-i Ahmediye (a.s.m.) bütün velâyetlerin fevkindedir. Öyle de, o velâyetin tarikatı ve o velâyet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir. Bu sır dahi şöyle inkişaf etti ki:
Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nuranî bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar bir zat namazdan sonra سُبْحَانَ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِ deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan Zat-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmın müvacehesinde yüz milyon, tesbih elinde çektiklerini manen hisseder.