Ger bulmazsan, bütün dünya cefa-ender, fenâ-ender,
heba-ender belâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçücük bir
belâdan, gel tevekkül kıl.
Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe
küçülür, eder tebeddül.
Hem üstadlarımdan Mevlâna Celâleddin’in nefsine dediği gibi dedim:
اُو گُفْتِ اَلَسْتُ و تُو گُفْتِ بَلٰى * شُكْرِ بَلٰى چٖيسْت كَشٖيدَنْ بَلَا
سِرِّ بَلَا چٖيسْت كِه يَعْنٖى * مَنَمْ حَلْقَه زَنِ دَرْگَهِ فَقْرُ و فَنَى
O vakit nefsim dahi; “Evet, evet! Acz ve tevekkül ile fakr ve iltica ile nur kapısı açılır, zulmetler dağılır. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى نوُرِ الْاٖيمَانِ وَ الْاِسْلَامِ” dedi. Meşhur Hikem-i Atâiyye’nin şu fıkrası, مَاذَا وَجَدَ مَنْ فَقَدَهُ وَ مَاذَا فَقَدَ مَنْ وَجَدَهُ yani, “Cenab-ı Hakkı bulan neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden neyi kazanır?”; yani, “Onu bulan her şeyi bulur. Onu bulmayan hiçbir şey bulmaz, bulsa da başına belâ bulur” ne derece âlî bir hakikat olduğunu gördüm ve طُوبٰى لِلْغُرَبَاءِ hadisinin sırrını anladım, şükrettim.
İşte, kardeşlerim, karanlıklı bu gurbetler çendan nur-u imanla nurlandılar; fakat yine bende bir derece hükümlerini icra ettiler ve şöyle bir düşünceyi verdiler: “Madem ben garibim ve gurbetteyim ve gurbete gideceğim; acaba şu misafirhanedeki vazifem bitmiş midir? Tâ ki sizleri ve Sözleri tevkil etsem ve bütün bütün alâkamı kessem” fikri hatırıma geldi. Onun için sizden