Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üç yüz dirileceğiz. Harikalar asrındayız. İki üç sene mevtten sonra meydanda dirilenler var. Biz mağlûbiyetle bir saadet-i âcile-i ( عَاجِلَه ) muvakkata kaybettik, fakat bir saadet-i âcile-i ( آجِلَه ) müstemirre bizi bekliyor. Pek cüz’î ve mütehavvil ve mahdut olan hâli, geniş istikbal ile mübadele eden kazanır.
Birden meclis tarafından denildi:
— İzah et!
Dedim:
— Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecîr olmak da istemez. Galip olsa idik, hasmımız, düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye, belki daha şedidane kapılacak idik. Halbuki o cereyan hem zalimane, hem tabiat-ı âlem-i İslâma münâfi, hem ehl-i imanın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübâyin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsa idik, âlem-i İslâmı, fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürükleyecek idik. Şu medeniyet-i habise ki, biz ondan yalnız zarar gördük. Ve nazar-ı şeriatta merdud ve seyyiatı hasenatına galebe ettiğinden; maslahat-ı beşer fetvasıyla mensuh ve intibah-ı beşerle mahkûm-u inkıraz, sefih, mütemerrid, gaddar, manen vahşi bir medeniyetin himayesini Asya’da deruhte edecek idik.
Meclisten biri dedi:
— Neden şeriat şu medeniyeti (Haşiye) reddeder?
Dedim:
— Çünkü beş menfi esas üzerine teessüs etmiştir. Nokta-i istinadı kuvvettir. O ise, şe’ni, tecavüzdür... Hedef-i kasdı, menfaattır. O ise, şe’ni, tezahümdür... Hayatta düsturu, cidaldir. O ise, şe’ni, tenazudur... Kitleler mabeynindeki