Beşincisi: Ulûm-u riyaziye ulemasının münasebet-i adediye içinde en lâtif düsturları ve avamca harika görünen kanunları, bu hesab-ı tevafukînin cinsindendirler. Hatta fıtrat-ı eşyada Fâtır-ı Hakîm bu tevafuk-u hesabîyi bir düstur-u nizam ve bir kanun-u vahdet ve insicam ve bir medar-ı tenasüb ve ittifak ve bir namus-u hüsün ve ittisak yapmış. Meselâ, nasıl ki iki elin ve iki ayağın parmakları, âsabları, kemikleri, hattâ hüceyratları, mesamatları hesabca birbirine tevafuk ederler. Öyle de; bu ağaç, bu baharda ve geçen bahardaki çiçek, yaprak, meyvece tevafuk ettiği gibi, bu baharda dahi az bir farkla geçen bahara tevafuk ve istikbal baharları dahi mazi baharlarına ihtiyar ve irade-i ilâhiyeyi gösteren sırlı ve az farkla muvafakatları, Sâni-i Hakîm-i Zülcemal’in vahdetini gösteren kuvvetli bir şahid-i vahdaniyettir.
İşte madem bu tevafuk-u cifrî ve ebcedî, bir kanun-u ilmî ve bir düstur-u riyazî ve bir namus-u fıtrî ve bir usul-ü edebî ve bir anahtar-ı gaybî oluyor. Elbette menba-ı ulûm ve maden-i esrar ve fıtratın tercüman-ı âyât-ı tekviniyesi ve edebiyatın mucize-i kübrası ve lisanü’l-gayb olan Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan, o kanun-u tevafukîyi, işaratında istihdam, istimal etmesi i’cazının muktezasıdır.
İhtar bitti, şimdi sadede geliyoruz:
Sure-i Zümer, Casiye, Ahkaf’ın başlarındaki
تَنْزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ olan ayetler, sabık ihtarın ikinci noktasında, münasebet-i maneviyesi beyan edildiğinden burada yalnız cifrî remzini beyan edeceğiz.
Şöyle ki: İki ( ت ) sekiz yüz, iki ( ن ) yüz, iki ( م ) seksen, iki ( ك ) kırk, üç ( ز ) yirmi bir, üç ( ى ) otuz, bir ( ب ) bir ( ح ) on, (Lafzullah) altmış yedi, bir ( ع ) yetmiş, dört ( ل ) dört ( ا ) yüz yirmi dört olup yekûnu bin üç yüz kırk iki ederek bu asrın şu tarihine nazar-ı dikkati celbetmekle beraber, Kur’an’ın tenziliyle çok alâkadar bir Nura parmak basıyor. Ve o tarihten az sonra Mucizat-ı Ahmediye (a.s.m.) Risalesi ve Yirminci ve Yirmi Dördüncü Mektublar gibi Risaletü’n-Nur’un en nuranî cüzleri meydan-ı intişara çıkmaları ve Kur’an’ın