bilhassa birisi, kuvvet ve gınâya ve paraya istinad ederek firavunane bir tuğyana girdiklerinden o hususî insanlar nev-i beşeri mesul ediyor diye “insan” ism-i umumisiyle tabir edilmiş. Eğer لَنَهْدِيَنَّهُمْ ’deki şeddeli ( ن ) bir ( ن ) sayılsa, bin iki yüz doksan dört eder ki, Risaletü’n-Nur müellifinin besmele-i hayatıdır ve tarih-i velâdetinin birinci senesidir. Eğer şeddeli ( ل ) iki ( ل ) ve ( ن ) bir sayılsa, o vakit bin üç yüz yirmi dörtte hürriyetin ilânı hengâmında mücahede-i maneviye ile tezahür eden Risale-i Nur müellifinin görünmesi tarihidir.
DÖRDÜNCÜ AYET-İ MEŞHURE:
وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانِى ayetidir. Şu cümle Kur’an-ı Azimüşşanı ve Fatiha Suresini müsenna senasıyla ifade ettiği gibi, Kur’an’ın müsenna vasfına lâyık bir bürhanı ve altı erkân-ı imaniye ile beraber hakikat-ı İslâmiyet olan yedi esası, Kur’an’ın seb’a-i meşhuresini parlak bir surette isbat eden ve سَبْعاَ الْمَثَانِى nuruna mazhar bir ayinesi olan Risale-i Nur’a cifirce dahi işaret eder. Çünkü اٰتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانِى makam-ı ebcedîsi bin üç yüz otuz beş adediyle Risale-i Nur’un Fatihası olan İşaratü’l-İ’caz tefsirinin Fatiha suresiyle el-Bakara suresinin başına ait kısmı basmakla intişar tarihi olan bin üç yüz otuz beş veya altıya tevafukla remzî bir perdeden ona baktığına bir emaredir.
BEŞİNCİ AYET:
اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِي بِهِ فِى النَّاسِ dir. Bu âyetin remzi lâtifdir. Çünkü hem kuvvetli münasebet-i maneviye ile, hem cifirle efrad-ı kesiresi içinde hususî bir surette Risale-i Nur ve müellifine bakıyor.