وَاسْتَقِمْ كَمَۤا اُمِرْتَ ise, bin üç yüz dokuz ederek o tarihte umum muhatabları içinde birisine hususan Kur’an hesabına iltifat edip istikametle emreder ki, birinci tarih ise, Resaili’n-Nur müellifinin Risale-i Nur’u netice veren ulûmun tahsiline başladığı tarihdir. Ve ikinci ayetin tarihi ise, o müellifin harika bir surette pek az bir zamanda ilimce tekemmül etmesi, tahsilden tedrise başladığı ve üç ayda ve bir kış içinde onbeş senede medresece okunan yüz kitaptan ziyade okuduğu ve o zamanın o muhitte en meşhur ulemasının yanında o üç ayın mahsulü onbeş senesinin mahsulü kadar netice verdiği çok mükerrer imtihanlarla (Haşiye) ve hangi ilimden olursa olsun sorulan her suale karşı cevab-ı savab vermekle isbat ettiği aynı tarihe tam tamına tevafukla remzen Risale-i Nur’un istikametine bir işarettir.
ÜÇÜNCÜ AYET-İ MEŞHURE:
وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا ayeti kuvvetli münasebet-i maneviyesiyle beraber cifirce bin üç yüz kırk dört eder ki, o tarihte Risale-i Nur’un şakirdleri gibi bu ayetin manasına daha ziyade mazhar olanlar zâhiren görülmüyor. Demek bu ayet, manasının müteaddit tabakalarından işarî bir tabakadan ve remzî bir perdeden Kur’an’ın parlak bir tefsiri olan Risale-i Nur’a bakıyor ve en evvel nazil olan Sure-i Alak’ta اِنَّ الْاِنْسَانَ لَيَطْغٰى ayeti gibi manasıyla ve makam-ı cifrîyle ifade ediyor ki; bin üç yüz kırk dörtte nev-i insan içinde firavunane emsalsiz bir tuğyan, bir inkâr çıkacak.
وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا ayeti ise, o tuğyana karşı mücahede edenleri sena ediyor. Evet harb-i umumi neticelerinden, hem âlem-i insaniyet, hem âlem-i İslâmiyet çok zarar gördüler. Nev-i insanın, hususan Avrupa’nın mağrur ve cebbarları,