Hem iki Husrev’i Risale-i Nur dairesine ve Bekir Sıdkı’ya kerametini gösterip imana getiren ve tılsım-ı kâinatın üçte birisini halleden, on beş yapraktan ibaret olan Otuzuncu Sözüne kahraman Nazif’in nüshasında tekellüfsüz üç bin sekiz yüz otuz beş tevafuku... Biz, gözümüzle bu keramet-i tevafukiye-i Nuriyeyi gördük. (Haşiye)
Halil, Hilmi, Salâhaddin, Emin, Feyzi,
Said Nursî
۞۞۞
(Hafız Mustafa’nın bir fıkrasıdır)
Aziz Üstadım,
O cereyanın hücumu anında köyümüzde nahiye müdürü ve daha zâhiren mühim memurlar bulunduğu halde, şifahen isimlerimizle ihbar edip taharri ettirmek istedikleri halde, Hazret-i Esedullah Ali (kerremallahu vechehu) ve Gavs-ı Âzam gibi çok manevî üstadlarımızın manevî yardımlarıyla akîm kalıp; hattâ o memurları aleyhimize değil, lehimize manevî darbeleriyle çevirdiler.
اَلْفُ اَلْفِ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّىِ
Mektubu mütalâa ettik. Acibdir ki, bizim kusurumuzdan ve ufacık ihtiyatsızlığımızdan gelen o tesirsiz cereyanı haber veriyor gördük. Çünkü, “Bir kısım avam-ı nâs ve bid’alara tabi bir kısım ulema-i zâhir, hakikaten kendilerinin pis ve dalâlet bataklığından giden yollarında arkadaşlık etmeyen ve bir cadde-i kübrayı bulan Risaletü’n-Nur şakirdlerini zemmediyor.” diye sizden gelen o mektup haber veriyordu. Hakikaten öyle oldu. Mektuptan bir gün sonra, merakı mucib üzerimizde hiçbir tesir kalmadı.
Talebeniz
Hafız Mustafa
۞۞۞