bu kasidesinde de فَمُرِيِدىِ ’den murad odur. Çünkü دَعَانِىى بِغَرْبٍ ebced hesabıyla bin üç yüz otuz dokuz (1339) eder. O zaman memleketime nisbeten garb sayılan İstanbul’da idim. دَعَانِىى بِغَرْبٍ makam-ı ebcedisi zaman-ı istimdadıma tevafuk ediyor. Hesabda اِذَا lâfzı dahil olmaz. Çünkü اِذَا zamanı gösteriyor, دَعَانِىى بِغَرْبٍ cümlesi o mübhem zamanı tayin ediyor.
Hem, ezcümle; Mecmuatü’l-Ahzab’ın ikinci cildinin 379’ncu sahifesinde Hazret-i Gavs’ın “Virdü’l-İşa” namındaki münacatında şu fıkra var:
(Haşiye 2) اِلٰى السَّلَامَةِ هُوَ السَّعِيدُ الْمُقَرَّبُ (Haşiye 1) فَالْوَاصِلُ
وَذُو الْهَلَاكِ هُوَ الشَّقِىُّ الْمُبَعَّدُ وَ الْمُعَذَّبُ
İşte Gavs’ın şu fıkrası, فَمِنْهُمْ شَقِىٌّ وَ سَعِيدٌ ayetinin bir nevi tefsiridir. Şu küllî ayetin bir kısım efradını, altıncı asır ve on dördüncü asırda ayetin külliyetinde dahil bir kısım efrad-ı mahsusayı irae ettiğine müteaddid emareler var. Ayetin külliyetinde (Haşiye 3) tevafuk sırrıyla فَمِنْهُمْ شَقِىٌّ kelimesinde