İşte bu dört noktadaki tevafukat, tam yüz sene fasıla ile Risale-i Nur’un takviye-i din hususundaki tesiratı; Hazret-i Mevlâna Halid’in Tarik-ı Nakşiye vasıtasıyla hizmeti gibi azim görünüyor. (Haşiye)
Üstadım kendine ait medh ü senayı kabul etmiyor. Fakat Risale-i Nur, Kur’an’a ait olup medh ü sena; Kur’an’ın esrarına aittir. Yalnız Üstadımla Hazret-i Mevlâna’nın bir kaç farkı var:
Birincisi: Hazret-i Mevlâna, zülcenaheyndir. Yani, hem Kadirî, hem Nakşi tarikat sahibi iken, Nakşilik Tarikatı onda daha galibdir. Üstadım bilâkis, Kadirî meşrebi ve Şazelî mesleği daha ziyade onda hükmediyor. Ben Üstadımdan işittim ki; “Hazret-i Mevlâna Hindistan’dan Tarik-ı Nakşîyi getirdiği vakit, Bağdat dairesi Şah-ı Geylânî’nin ba’del-memat, hayatında olduğu gibi, taht-ı tasarrufunda idi. Hazret-i Mevlâna’nın manen tasarrufu -bidayeten- câ-yi kabul göremedi. Şah-ı Nakşibend ile İmam-ı Rabbanî’nin ruhaniyetleri Bağdad’a gelip Şah-ı Geylânî’nin ziyaretine giderek rica etmişler ki; Mevlâna Halid senin evlâdındır, kabul et. Şah-ı Geylânî, onların iltimaslarını kabul ederek Mevlâna Halid’i kabul etmiş. Ondan sonra Mevlâna Halid birden parlamış... Bu vakıa; ehl-i keşifçe vaki ve meşhud olmuştur. O hadise-i ruhaniyeyi o zaman ehl-i velâyetin bir kısmı müşahede etmiş, bazı da rüya ile görmüşler.” Üstadımın sözü burada hitam buldu.
İkinci fark şudur ki: Üstadım kendi şahsiyetini merciiyetten azlediyor. Yalnız Risale-i Nur’u merci gösteriyor. Hazret-i Mevlâna Halid’in şahsiyeti ise kutbü’l-irşad, mercii’l-has ve’l-âmm olmuştur.
Üçüncü fark: Hazret-i Mevlâna Halid, zül’ecnihadır. Fakat, zamanın muktezasıyla sünnet-i seniyyeye çok kuvvet vermekle beraber –ilm-i tarikatı esas tutmak cihetiyle– tarikatı daha ziyade tutmuş, o noktada sarf-ı himmet etmiş. Üstadım ise, şu dehşetli zamanın muktezasıyla ilm-i hakikatı ve hakaik-ı imaniye cihetini iltizam ederek, tarikata üçüncü derecede bakmışlar.
Elhasıl: Baştaki hadis-i şerifin, “Her yüz sene başında dini tecdid edecek bir müceddid gönderiyor.” müjdesinin ihbarına müvazi olarak Hazret-i Mevlâna Halid, –ekser ehl-i hakikatin tasdikiyle– 1200 senesinin yani on ikinci asrın müceddididir. Madem tam yüz sene sonra, aynen dört cihette