تَوَسَّلْ بِنَا فِى كُلِّ هَوْلٍ وَشِدَّةٍ * اَغِيثُكَ فِى اْلاَشْيَاءِ دَهْرًا بِهِمَّتِى
اَنَا لِمُرِيدِى حَافِظًا مَا يَخَافُهُ * وَاَحْرُسُهُ فِى كُلِّ شَرٍّ وَفِتْنَةٍ
مُرِيدِى اِذَا مَا كَانَ شَرْقًا وَمَغْرِبًا * اَغِثْهُ اِذَا مَا سَارَ فِى اَىِّ بَلْدَةٍ
فَيَا مُنْشِدًا نَظْمِى فَقُلْهُ وَلاَ تَخَفْ * فَاِنَّكَ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ
وَكُنْ قَادِرِىَّ الْوَقْتِ لِلّٰهِ مُخْلِصًا * تَعِيشُ سَعِيدًا صَادِقًا بِمَحَبَّتِى
Beşinci satırdan sonra gelen hatime-i kaside:
وَجَدِّى رَسُولُ اللّٰهِ اَعْنِى مُحَمَّدًا * اَنَا عَبْدُ الْقَادِرِ دَامَ عِزِّى وَرِفْعَتِى
İşte evvelki beş satırda, beş vecihle ve beş tevafukla şimdi hizmet-i Kur’aniyenin başında bulunanı gösteriyor:
Birinci Vecih: Ahirdeki satırda تَعِيشُ سَعِيدًا ismini sarahatle haber vermekle beraber, maişet hususunda izzet ve saadetle geçineceğini haber veriyor. Evet Hocamız, küçüklüğünden beri fakr-ı haliyle istiğna-yı tam ile beraber, maişet hususunda en mesud bir zattır.
İkinci Vecih: Aynı satırın başında وَكُنْ قَادِرِىَّ الْوَقْتِ fıkrasıyla o müridine diyor ki: “Vaktin Abdülkadir’i ol.” Bu قَادِرِي kelimatı, hesab-ı ebcedî ile üç yüz yirmiş beş eder. Üstadımızın lâkabı Nursî olduğu cihetle, Nursî’nin makam-ı ebcedisi üç yüz yirmi altı ediyor. Bir tek fark var. O tek eliftir. Bin manasında “elf”e remzeder. Demek bin üç yüz yirmi beşte Şeyh-i Geylânî’ye mensup bir zat, Şeyh-i Geylânî tarzında hakikat-ı Kur’aniyeyi müdafaa etmeye çalışacak. Hakikaten Üstadımız, bin üç yüz yirmi altı senesinde -Hürriyetin ikinci senesi- mücahede-i maneviyeye atılmıştır.