konuşmaya başlıyor. Üstadımızı bilenlere malumdur ki, Ankara rüesası İstanbul’da onu İngilizlere karşı mücahedatını takdir ederek onu istediler. Ankara’ya gitti. Van’da Medresetü’z-Zehra namında kendi dârülfünununa yüz elli bin banknot, ikiyüz mebustan yüz altmış üçünün imzasıyla i’tası kararlaştırılan lâyiha-i kanuniye kabul edilmekle beraber Şeyh Sünusî makamında vilâyat-ı şarkıye vaiz-i umumîliği ve hem Dârü’l-Hikmet’in azaları orada Diyanet Riyasetinin azaları olmakla, o da içinde bulunmakla beraber mebus olmak ve daha ne isterse yapılacak diye teklif ettikleri halde sırf sünnet-i seniyyeye muhalif hareket etmemek için o teklifleri kabul etmeyip on dokuz sene, belki yirmi iki sene işkenceli bir esareti kabul eden Üstadımıza elbette Hz. İmam-ı Ali (r.a.)’ın ulemaü’s-sû’a hiddet ettiği zaman ona karşı hususî iltifatı olacak ve o manevî mecliste onu okşayacak. Onun için bu hâl bir emaredir ki, Hz. Ali (r.a.), Hz. Gavs-ı Geylânî (r.a.) gibi umum muhatapları içinde Risale-i Nur’un bir vasıtası olan Hocamıza işareten iltifat ediyor. نَحْنُ عَلَى التَّحْقِيقِ غَوْثٌ لِكُلِّ كُرْبَةٍ fıkrasında “gavs” lâfzıyla Gavs-ı Geylânî’nin müridine şefkatle bakmasına, Hz. Ali (r.a.)’ın baktığını ima ediyor.
Üçüncü Emare: Ulema bahsinin evvelki satırında diyor:
(Haşiye 2) فَمَنْ اَرَادَ اللّٰهُ اَنْ يُعِينَهُ (Haşiye 1) اَتْحَفَهُ بِهٰذِهِ السَّكِينَةِ