o kasidenin nısf-ı evvelinde yetmiş fıkrada on yedi defa Nur kelimesini (Haşiye 1) tekrar ediyor. Ve müteaddit defa Süryanice bedi’ manasında olan Celcelutiye kelimesini öyle ehemmiyetle zikrediyor ki; kasidenin ismi, Celcelutiye olmuştur. Risale-i Nur, esma-i hüsna içinde ism-i Nur, ism-i Hakîm ve ism-i Bedi’in mazharıdır. Zahirinde, tarz-ı beyanında ism-i Bedi’in cilvesi görünüyor. Hem تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ fıkrasından iki satır evvel bu fıkra-ı râna belki en ehemmiyetli ve en parlak fıkra olan,
اَقِدْ كَوْكَبِى بِاْلاِسْمِ نُورًا وَبَهْجَةً * مَدَى الدَّهْرِ وَاْلاَيَّامِ يَانُورُ جَلْجَلَتْ
yani, “Ya Rab! Benim yıldızımı nur eyle. Ahirzamana kadar bedi’ bir surette ışıklandır, şulelendir” diyor. Evet, Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.)’ın şu duası bu zamanda Risale-i Nur ile kabul olduğunu ve Risale-i Nur’u irade ettiğini şu bedi’, acib tevafuk isbat eder. Şöyle ki: اَقِدْ كَوْكَبِى بِاْلاِسْمِ tam tamına aynen cifr ve ebced hesabıyla Risale-i Nur oluyor. Çünkü nur kelimesi her ikisinde de var. اَقِدْ كَوْكَبِى بِاْلاِسْمِ iki yüz doksan altı (296) eder. Risale-i Nur’daki risale kelimesi, aynen iki yüz doksan altı (296)’dır. Demek İmam-ı Ali (r.a.) bütün ulûmunun hazinesi olan Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan’ın bir şule-i i’cazı olan Risale-i Nur’u Cenab-ı Hak’tan ahirzamanda Kur’an’a çelik bir sur ve parlak bir yıldız olarak istemiş (Haşiye 2) ve duası kabul olmuş. Celcelutiye’de daha bu zamana ve Risale-i Nur’a ima eden müteaddit emareler var.