bir zulmetten –sizi ey ehl-i iman ve’l-Kur’an– Kur’an’dan gelen nurlara ve imanın ışıklarına çıkaran ve isminde nur ve manasında rahîmiyet bulunan ve ism-i Nur ve ism-i Rahîmin mazharı olan bir lem’a-i Kur’aniyeye ve bu asrımıza bakıp ima ediyor. Mana mutabakatından başka, bir emare ve karinesi budur ki: اِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا fıkrasının makam-ı cifrîsi –şedde ve tenvin sayılır– 947 edip Risaletü’n-Nur veya Risale-i Nur isminin makamı olan 947 adedine tam tamına tevafuk ediyor.
اِنَّا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا cümlesi, –şeddeler sayılmaz ve ahirde tenvin vakftır, elif sayılır– makam-ı cifrîsi ki, 1323 tarihini gösterir. O tarihte, merkez-i hilâfette dehşetli bir inkılâbın mebde-i infilakı içinde ye’se düşen ehl-i imana müjde verip, İslâmiyetin hakkaniyetine ve kuvvetine kuvvetli şehadet eden ve veraset-i nübüvvet noktasında davette bulunan hakikî bir şahide işaret eder.
وَنَذِيرًا وَدَاعِيًا اِلَى اللّٰهِ cümlesi (Haşiye) –tenvinler vakf olmadığından sayılırlar– makam-ı cifrîsi 1256 tarihini göstermekle, bu asırda ve bu zamandaki İslâmiyetin inhisafını bir asır evvel ihzar eden mukaddimatına bakarak; وَدَاعِيًا اِلَى اللّٰهِ kelimesi 191 ederek, Risale-i Nur’un bir hakikî ismi olan Bediüzzaman’ın makam-ı cifrîsi bulunan 191 adedine tam tamına tevafukla ima eder ki, Risale-i Nur dahi o inhisaf içinde bir
وَدَاعِيًا اِلَى اللّٰهِ ’dır.