Dâhi, büyük mütefekkir Bediüzzaman Said Nursî’nin beyanı vechile:
“Ekser enbiyanın şarkta ve Asya’da zuhurları ve ağleb-i hükemanın garbta ve Avrupa’da gelmeleri kader-i ezelînin bir işaretidir ki; Asya’da din hâkimdir, felsefe ikinci derecededir. Bu remz-i kadere binaen, Asya’da hüküm süren dindar olmasa da din lehine çalışanlara ilişmemeli ve teşvik etmelidir.
Kur’an-ı Hakîm, bu zemin kafasının aklı ve kuvve-i müfekkiresidir. El’iyazü billâh Kur’an, küre-i arz başından çıksa, arz divane olacak; akıldan boş kalan kafasını bir seyyareye çarpmak, bir kıyamet kopmasına sebep olmak, akıldan uzak değildir. Evet, Kur’an ferşi arşla ve arşı ferşle bağlamış bir zincir, bir hablullahdır. Cazibe-i umumiyeden ziyade zemini muhafaza ediyor.”
İşte bu Kur’an-ı Azimüşşanın hakiki ve kuvvetli bir tefsiri olan Risale-i Nur, bu asırda, bu vatanda, bu millete yirmi seneden beri (şimdi yirmi sekiz) tesirini göstermiş büyük bir nimet-i ilâhiye ve sönmez bir mucize-i Kur’aniyedir. Hükûmet ona ilişmek ve talebelerini ürkütüp ondan vazgeçirmek değil, himaye etmek ve okunmasını teşvik etmek gerektir.
İşte bütün bu cerh edilmez hakikatlerden sonra yine, evet Risale-i Nur’la meşguliyete dünyada hiçbir âdil mahkeme suç diyemez. Fakat size bir ad takıp, bir bahane ile işkence yapmak istiyorlar denirse, ben de derim:
اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ
حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
17.2.1953
Yusufpaşa Mahallesi
Kadıoğlu Camii mevkiinde mukim
Araçlı Abdullah
***