Eşraf tanırız kavl-i metin, fiil-i emini
Takdis ederiz mümin-i kâmil şürefayı
Ashab-ı kiram hangi tarikten yürümüşse
Takibe sezâ işte odur râh-ı Hüdaî
Peygamber-i Zîşanımızın (a.s.m.) emrine daim münkad
Olarak görmeliyiz nur-u Hüdayı
Tağyir-i hakikat bizi berbat edecektir
Mahşerde nedamet dahi nâşâd edecektir.
İşte bu da serbest ve intibahî bir kanaat, bir hakikattir.
Kaldı ki; müvekkilim gibi yetmiş beş yaşını bitirmiş, şahsî-dünyevî bütün ihtiraslardan, nameşru menfaatlerden uzak kalmış, sırf ahiret işine koyulmuş bir adamın yazıları elbette serbest olacaktır. Hüsn-ü niyete makrun olduğu için pervasız, riyasız olacaktır. Bunları tedkik ile, altından tevil ile cürüm çıkarmak, itibarsız tevehhümden, tedehhüşten, tahakkümden başka bir şey değildir.
Müvekkilimin yüz otuz risaleye baliğ olan Risale-i Nur’da hiçbirinde esas maksad cihetiyle dünya işlerini alâkalandıran yoktur. Hepsi, dünyanın nuru olan Kur’an’ın nurundan iktibas edilmiş; ahirete, imana taalluk eden sözlerdir. Bunlar, ne siyasî ne de dünyevî hiçbir gaye ve maksad taşımaz. Bunlardan cümleler alınarak manasız tevillerle mahkemeleri işgal etmek; masum, ilim ve iman sahiplerini iş ve güçlerinden alıkoymak, mahpuslarda süründürmek; vatan, millet namına çok yazıktır.
Bir yüzlü Müslümanlar, hakiki âlimler, –hâşâ– dini siyasete âlet edemezler. Bilâkis ikiyüzlü siyaset adamları, cemiyetlerin bazı harisleri, –dünya menfaati için– dini istihfafen siyasete âlet etmek isteyebilirler. Bu vadilerde müdafaata arz-ı tazallumatım bir dereceye kadar elîm farzolunabilir.