İşte bu meselelerden birisi ve aleyhimizde olanların en ehemmiyetlisi şudur:
Ben, otuz-kırk sene evvel müteşabih bir hadis-i şerifin bir harika manasını beyan etmiştim ve sonra Risale-i Nur’da yazmıştım. Bir kumandan, hayatıyla ve mematıyla beni tasdik etti ki; “Bir adam sabah kalkar, alnında هَذَا كَافِرٌ yazılmış bulunur. Yani, Avrupa gibi başına şapka giyer ve onu cebren giydirir; “İşte o adam, benim” diye, acib icraatıyla isbat ettiği halde, ben mahrem tuttum, tâ zalimler Nurlara ilişmesinler.
Sonra gördüm ki, İslam Ordusunun hasenelerini o kumandana vermekle, milyonlar haseneler bir tek haseneye iner, sukut eder. Ve o kumandanın kusurunu ve seyyiesini orduya vermekle, o seyyie bir milyon seyyie olur, o şanlı ve kahraman orduyu tam lekedar eder bildim. Benim, gizli ve mahrem tutmakta hata ettiğime kanaat getirdiğim aynı zamanda, mahkemeler o hakikati tam tamına teşhir etti. İzahı, büyük müdafaatıma havale edip, gayet kısa işareti şudur:
Mahkeme, bizi cezalandırmak için ileri sürdüğü en büyük sebep; benim, o kumandanı sevmemekliğim ve sevdirmemekliğim ve Kur’an’ın çok âyatına karşı onun inkârını ve muarazasını red etmekliğim, fikren ve ilmen kat’i hüccetlerle onun mesleğini kabul etmemekliğimdir.
Ben, yirmi ay tecrid-i mutlakta durdurulduğum halde, yalnız üç-dört saat bir iki arkadaşıma izin verildi. Müdafaatımın yazısında az bir parça yardımları oldu. Sonra, onlar da men’edildi; pek gaddarane muameleler içinde cezalandırdılar. Müddeinin -bin dereden su toplamak nev’inden- yanlış mana vermekle ve iftiralar ve yalan isnadlarla, garazkârane ve on beş sahifesinde seksen bir hatasını isbat ettiğim aleyhimizdeki ithamnamelerini dinlemeğe bizi mecbur ettiler; beni konuşturmadılar. Eğer konuştursalardı, diyecektim: “Hem dininizi inkâr, hem ecdadınızı dalâletle tahkir eden ve peygamberinizi (a.s.m.) ve Kur’an’ınızın kanunlarını reddedip kabul etmeyen;