vesile olabileceği, onun için kendisinin müdakkik kardeşimizin risaleciğinin bir kısmını ve bazı cümlelerini kaldırıp tadil ederek göndereceği yazılıyor.
Said Nursî imzalı bir mektupta: Dârülfünuna inkılab eden Harbiye Nezareti’nin kapısındaki اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُب۪يناًۙ * وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْراً عَز۪يزاً hatt-ı Kur’anînin üzeri mermer taşlarla kapatılmışken meydana çıkarılması, şimdi yeniden hatt-ı Kur’anîye bir numune-i müsaade ve Risale-i Nur’un takib ettiği maksadına bir vesile ve üniversitenin bir Nur Medresesi olmasına işaret olarak gösterilmektedir.
***
(Tekbiratü’l-Hüccac mektubumda hakikat ve izahıma karşı
tenkidlerine, Husrev’in âhirdeki haşiyesi tam cevabdır.)
Said Nursî imzalı “Tekbiratü’l-Hüccac fi Arafat” başlıklı mektupta; “Nur’un ehemmiyetli bir kısım şakirdleri pek musırrane olarak ahirzamanda gelen Âl-i Beyt’in büyük bir mürşidi seni zannediyorlar. Sen de onların fikirlerini musırrane kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Bu bir tezaddır. Hallini isteriz.” diye sormaları sebebiyle onlara cevab olmak üzere, bundan sonra gelecek Mehdi-i Resul’ün temsil ettiği kudsî cemaatin şahs-ı manevîsinin üç vazifesi olduğu, bunların; imanı kurtarmak, hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) ünvanıyla şeair-i İslâmiyeyi ihya etmek ve inkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’aniyenin ve Şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) kanunlarının bir derece tatile uğramasıyla o zat bu vazife-i uzmayı yapmağa çalışır. Nur şakirdleri birinci vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden ikinci, üçüncü vazifeleri de buna nisbeten ikinci, üçüncü derecededir diye Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi mehdi telâkki ediyorlar. Bir kısmı, o şahs-ı manevînin bir mümessili olan bîçare tercümanını