Körükörüne taklitçiliğe alışan buradaki hamiyetfuruşlar diyorlar ki: ‘Madem Hristiyan dininde bir inkılâb oldu, öyle ise İslâmiyette de böyle bir dinî inkılâb olabilir?’
Elcevap: Füruat-ı İslâmiye değişmeye kabil bir libas hükmünde değildir. Onları tebdil etmek, doğrudan doğruya şeriatı inkâr ve tekzib etmektir. Onları tebdil eden, başını dinden çıkarıyor.
Ehl-i bid’a diyorlar ki: ‘Bu taassub-u dinî bizi geri bıraktı. Bu asırda yaşamak, taassubu bırakmakla olur. Avrupa taassubu bıraktıktan sonra terakki etti.’
Elcevap: Yanlıştır, Avrupa dininde mutaassıptır. Ehl-i İslâm ne vakit dinine temessük etmiş ise, nisbeten o zaman terakki etmiş. Ne vakit salâbetini terk etmişse, tedenni etmiştir.
Acaba bu ehl-i bid’a ve daha doğrusu ehl-i ilhad, bu dinsizlikte hangi menfaati buluyorlar? Dünyada en büyük ahmak odur ki, böyle dinsiz serserilerden terakki ve saadet-i hayatiyeyi beklesin. Böyle ahmaklardan mühim bir mevki işgâl eden birisi demiş ki: Biz, Allah, Allah diye diye geri kaldık. Avrupa, top tüfenk diye diye ileri gitti. Bu ahmakların arkasında bedbaht gâfiller de bulunduğundan deriz ki:
Dünya bir misafirhanedir. Madem ölüm var, kabre girilecek; bu hayat gidiyor, bâki bir hayat geliyor. Bir defa top-tüfenk dense, bin defa Allah Allah demek lâzım gelir.
Tahribatçı ehl-i bid’adan bir kısmı, güya dini milliyetle takviye etmek isterler.
Ey meczub akılsızlar, cahil sofiler! İslâmiyet; esassız, garazkâr ve zulümkâr unsuriyet toprağına dikilmez! Onu oraya dikmeye çalışmak, ahmakane, bid’akârane bir teşebbüstür.
İkinci kısım milliyetçilere deriz ki: Ey sarhoş hamiyetfuruşlar! Bir asır evvel, milliyet asrı olabilirdi. Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti, muvakkat unsuriyet ile bağlanmaz ve aşılanmaz.