Halbuki Avrupa bir dükkan, bir kışla ise; Asya, bir mezraa, bir cami hükmündedir. Bir dükkancı dansa gider, bir çiftçi gidemez. Kışla vaziyetiyle mescid vaziyeti bir olamaz. Asya akvamını intibaha getirecek, terakki ettirecek, idare edecek; din ve kalbdir. Felsefe ve hikmet ise, dine yardım etmeli, yerine geçmemeli.
Saniyen: Din-i İslâmı, Hristiyan dinine kıyas edip, Avrupa gibi dine karşı lâkayd olmak, pek büyük hatadır. Evvelâ: Avrupa dinine sahiptir, belki bir cihette mutaassıbdır. Avrupa, dinine mutaassıb olduğu zamanda medenî değildi. Taassubu terk etti, medenileşti. Ehl-i İslâm ise; ne vakit dinine ciddi sahip olmuşlarsa, o zaman nisbeten terakki etmişler. Ne vakit dine karşı lâkaydlık vaziyetini almışlarsa perişan olmuşlar, tedenni etmişlerdir. İslâmiyet; fukaraların, ehl-i ilmin melcei, kal’ası olmuştur.
Heyhat! Nerede millete şefkat ve nerede millet yolunda fedakârlık? Rahmet-i ilâhîden ümit kesilmez. Çünkü, Cenab-ı Hak, bin seneden beri şu Kur’an’ın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat arızalarla perişan etmez. Yine o nuru ışıklandırır...”
Bir çok hadiseler zikrettikten sonra; “Kanaat gelirse; şahsıma karşı değil, belki hizmet-i Kur’aniye noktasından ve sırf o noktada bir ikram-ı ilâhî var. Ve bir inayet-i rabbaniye altında hizmet ediyoruz.”
31. Mektubun Sekizinci Şuaında: “İmam-ı Ali’nin Risale-i Nur’a dair kerametlerinden, Siracü’n-Nur’u haber verdiğini; onun en namdar risalelerine parmak bastığından ve âdeta alkışladığından ve sekiz remizle meşhur bir kısım risaleleri gösterdiğinden” bahisle, “Risale-i Nur’un, Kur’an’ın işaret ve iltifatına ve Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.)’nin takdir ve tahsinine, teveccüh ve tebşirine mazhar olduğunu” iddia etmekte ve bunu bazı hadislerden aldığı cifir ve tevafuklar ile isbatına çalışmaktadır.
28. Mektupta: “Mahremdir, herkese gösterilmez” kayıtlı, Dördüncü Mesele başlıklı yazıda:
“Hıyanet niyetiyle her ne vakit bir hain memur yanıma gelse, onu yılan suretinde görüyorum. İhvanlarıma tavsiyem şudur ki: Zaruret-i kat’iye