müdahale-i ecnebi iken min-indillah ism-i şeriat, o esbab-ı müteaddideden çıkan ervah-ı habise ve münteşireyi yuvalarına irca ile on üç asırdan sonra bir mucize daha gösterdi.
Hem de geçen inkılâb-ı azimede, ordu ve ulemanın sadâsı ki: “Meşrutiyet, şeriata müsteniddir” diye umum ehl-i İslâmın vicdanlarını manyetizmalandırdı. O inkılâb, inkılâbların kaide-i tabiiyesine hark ile şeriatın tesir-i mucizanesini gösterdi ve daima gösterecektir.
Nisanın nısf-ı âhirindeki ceridelerin esas-ı fikirlerine muterizim. Şöyle ki: Hayat onun yoluna daima feda edilen ve hayattan bin derece daha mukaddes ve daha âlî olan haysiyet ve itaat-ı askeriyeyi, hayata feda edilen ve ehl-i vicdan nazarında gayet hasis olan âmâl-i nâmeşrua feda etmeğe ihtimal verdiler.
Hem de hakaik ve ahval onun cazibesine tabi ve o merkeze merbut olan şems-i şeriat, saltanata veya hilâfete veya başka siyasete tabi ve âlet ve şems-i müniri, bir menhus ve münkesif yıldıza peyk ve cazibesine tabi itikad etmek gibi göstermekle tarik-i nâ-refteye sülûk ettiler.
Cemi kuvvetimle derim ki: Terakkimiz, ancak milletimiz olan İslâmiyetin terakkisiyle ve hakaik-i şeriatın tecellisiyledir. Yoksa, “Yürüyüşünü terk ile başkasının yürüyüşünü öğrenmedi” ile mâsadak olacağız. Evet, hem şan ve şeref, hem sevab-ı ahiret, hem cemiyet, hem hamiyet-i İslâmî, hem hubb-u vatan, hem hubb-u din ile mütehassis olmalıyız. Zira müsenna daha muhkemdir.
Ey paşalar, zabitler! Cinayetlerime ceza ve şimdi suallerime de cevap isterim. İslâmiyet, insaniyet-i kübra; ve şeriat, medeniyet-i fuzlâ olduğundan âlem-i İslâmiyet, medine-i fâzıla-i Eflatuniye olmağa sezâdır.