başıma şapkayı giydirmeye çalışmak, kırk seneden beri bu vatanda, hususan iman-ı tahkikî dersinde kardeşane alâkadar olan yüzbinler adam, pek büyük bir heyecan içinde zemini hiddete getirip, emsalsiz ağlamağa vesile olacaktı.
Zaten ecnebi parmağıyla, güya hakkımda teveccüh-ü ammeyi kırmak fikriyle damarlarıma dokunacak kanunsuz muamelelerin mezkûr maksad için yapıldığına, çok emarelerle kat’î kanaatımız geldi. Fakat Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki; benim gibi kabir kapısında, alâkasız, dünyadan usanmış, hürmetten, teveccüh-ü ammeden kaçmış ve şan-ü şeref ve hodfuruşluk gibi riyakârlıklara hiçbir meyli kalmamış bir vaziyette iken, bunların bana karşı kanunsuz ihanetlerinin hiçbir ehemmiyeti kalmadı; Cenab-ı Hakka havale ediyorum. Bana lüzumsuz evham yüzünden eziyet edenlerin yakında ölümle idam-ı ebediyeye giriftar olacaklarını düşünüp, hakikaten acıyorum. Yâ Rabbi, onların imanını Risale-i Nur’la kurtar! İdam-ı ebedîden, sırr-ı Kur’an’la terhis tezkeresine çevir! Ben de onlara hakkımı helâl ediyorum!..
Said Nursî
***
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
(Bunun bir sureti Adliye Vekâletine ve Şura-yı Devlete ve
Diyanet Riyasetine ve Heyet-i Vekilenin yüksek meclisine)
Yirmi iki seneden beri bir münzevi ve on dokuz sene müracaat etmeyip sükût eden bir mazlum hem bir teşekküre, hem bir şekvaya mecbur olup heyetinize arzeder ki: Ben istemeyip sizler iskâna tabi olanların fevkinde benim iaşeme dair kararınıza çok teşekkürle beraber, altmış senelik bir düstur-u hayatımı –bu defaya mahsus olmak üzere– kırdım. Adem-i kabul ile iltifatınızı kırmadım.