Hem birinci celsede size arz ettiğim gibi, Sure-i Nisa’dan bir ayetin Risale-i Nur’a işareti bir mahrem risalede yazılmış iken, bu fıkraya bu ehl-i vukuf demişler ki: “Taife-i nisa, bu esere el süremez. Onlara memnudur. Sakın onlara göstermesinler.” demişler. Safdil kadınları, maden-i şefkat ve kadınlık seciyesine pek uygun olan Risale-i Nur’dan tenfir etmek nerede? Hakikat nerede?
Hem Hücumat-ı Sitte (1) de şeytanın altı desiselerine cevab verdiğim halde, bu ehl-i vukuf raporunda, o muhkem hikmetleri, “desiselerle iknaa çalışıyor” diye tahrif etmişler. Buna kıyasen bu ehl-i vukuf, Risale-i Nur’un âlî hakikatlerine dair beyanata hakları olmadığını gösteriyor.
Risale-i Nur, umum âlem-i İslâma taalluk edecek hakaiki câmi olduğundan, hükûmet-i cumhuriye makamatına, izin verirseniz; biz onlara müracaat edip muhakkik âlimlerden ve feylesoflardan bir heyet-i ilmiye teşkil edip Risale-i Nur’u tedkik etsinler. (Gayet mahremler ve mahdut bir-iki risale hariç olarak, bütün risaleleri tedkik etsinler.) Eğer deseler; bu eserler, bu milletin ve bu vatanın ve bu memleketin hem dünyevî, hem uhrevî bir medar-ı saadeti ve emn ve emniyeti olduğunu tasdik etmezlerse, her cezaya razıyım.
Madem her hükûmette şiddetli muhalifler bulunur ve hükûmet-i Ömeriyede Hristiyanlar ve Mecusî hakimiyetinde Müslümanlar bulunuyorlar. Elbette farz-ı muhal olarak, ehl-i vukufun iftiraları doğru da olsa, emniyete dair bir vukuat olmadığından hürriyet-i ilmiye ve hürriyet-i vicdaniye düsturuyla yine bizi mesul edemezler. Hükûmet ele bakar, kalbe bakmaz.
Mevkuf ve hasta
Said Nursî
***