ulemaların fikirlerini kabul etmediklerinin hikmeti şudur: Âhirzamanda dinsizlik cereyanına karşı mukabele etmek, ancak İsevî’nin hakiki dini hakikat-ı Kur’an’la ittihad ederek; Kur’an ise esas ve imam olup, İsevî dini ona tabi olacağına işareten bir rivayette var ki: “İsa gelir, namazda mehdi’ye iktida eder.” Eğer o kısım ulemaların fikri gibi olsa, o halde İsevîlik esas ve imam olması lâzım geliyor.
Muhterem ehl-i vukufun bir kısım sehivleri, teşekkürnamede dahi beyan edilmiştir. Ben kasemle temin ediyorum ki, eğer bazı ehl-i imana zarar gelmese idi, hakkımızda ağır şerait altında insaflı hareket eden bu muhterem ehl-i vukufun isnad ettikleri bütün kusur ve hataları nefsime kabul edecektim, fakat iman hizmeti beni mecbur eyledi.
Muhterem ehl-i vukuf, Said’de iki hâlet-i ruhiye bulmuşlar: Birisi, normal hayatı deyip, yüzde doksan kemal-i takdirde, beğendikleri risaleleri o normal hayatına isnad ediyorlar. Diğer hâleti, cezbe ve ihtilâl-i ruhî hâletidir. Ve ona da, beş-on küçük, mahrem ve yarım mahrem ve zulme karşı hiddet mektuplarını veriyorlar. Hakikat ise; fikrimin hüneri ve ilmimin eseri olmadığına işareten bir ihsan-ı ilâhîdir ki, o normal dedikleri halinde değil, belki gayr-ı normal halinde en mükemmel eserler yazılmış. Hatta ben ve telif zamanında beraberimdekiler biliyoruz ve en hastalıklı ve sıkıntılı ve heyecanlı ve ihtilâl-i ruhiyede yazılan risaleler çok mükemmel ve süratli oluyordu.
Elhasıl: Normal hayatım, Risale-i Nur hakkında gayr-ı normaldir ve gayr-ı normal ise, normaldir.
31 Mayıs 1944
Denizli cezaevinde mevkuf
Said Nursî
***
(Mahkemede son sözün bir parçasıdır)
Bir inayettir ki, ehl-i vukuf, beş sandık yüz otuz risalelerde, beş ay tedkikte, on beş itiraz ve zâhiri yanlış bulmuşlar. Ve onların beş yaprak raporlarında, on beş yanlışları ve sehivleri mahkemede isbat edilmiş.